Perşembe, Eylül 13, 2012

Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey üzerine

Görsel: Google Görseller / Karga
 Daha önce gördüğüm bir fotoğraf yüzünden midir nedir -evet onun yüzündendir- Kaan Çaydamlı'yı çağrıştırmıştı bana kitap. (Gerçi rafta, diğer kitaplar arasında görüp vurulduğumda görmemiştim o fotoğrafı, bir yanlış anlaşılma olmasın.) Bunun üzerine "Acaba?" diyerek sağını solunu kurcaladım, baktım kapak resmi Bahadır Baruter'e aitmiş. Ben de çizimlerini pek severim, ismini de görünce daha bir iştahla okumaya başladım kitabı. Okurken duramadım, Mine Söğüt'ü de ufacık da olsa araştırdım biraz. Sonra evli olduklarını öğrendim, Mine Söğüt'e hayran kaldım vesaire vesaire... Tüm bunlar, paylaşmadan geçemeyeceğim ama aslında sizi ilgilendirmeyen detaylardı. Kitap hakkında düşündüklerime gelirsek...

Aslında o düşünceleri nasıl toparlasam, nasıl bir araya getirsem bilemiyorum, itiraf etmeliyim. Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey, bir kere okumayı bu kadar ertelediğim için pişman olduğum bir kitap. Anlatımını kimi zaman kendime çok yakın, kimi zaman millerce uzak bulduğum bir kitap... "Travesti" demektense "kadınadam" demeyi yeğleyerek beni kendine hayran bırakan bir yazar Mine Söğüt... Ve aynı zamanda kelimelerin gücünü tekrar tekrar hatırlatan... Tek bir sözcüğün romanı  ne kadar soyutlaştırdığını, ne kadar tılsımlı bir hava verdiğini gösteren yazar. Kelimelerle bu kadar farkında, bu kadar güzel, bu kadar nezih(?) -doğru kelimeyi de bulamıyorum ki-  bir şekilde oynayarak beni kendisine hayran bırakan bir yazar...

Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey kasvetli, kasvetli olduğu kadar anlaşılmaz, anlaşılmaz olduğu kadar sizi içine çeken ve sonu tahmin edilemez, alternatif bir son yazılamaz bir kitap sanırım. Gerçekten beni düşünme yetisinden böyle mahrum bırakan bir kitap/ bir yazar / bir anlatım daha olmadı belki... Kelimeler, kelimeler, kelimeler... Ne tarafa baksam seçilen kelimeler ve onların sertliği, vuruculuğu.

Gerçekten söyleyecek söz bulamıyor, kelimeleri bir araya getiremiyorum.
Kesişen yaşamlar, bir anda birbirine nasıl bağlandığını anlayamadığım yaşamlar, gizemli, biraz da bizim hayal gücümüze bırakılmış ve bu bizi rahatsız hissettirmeden yapılmış kararkterler... Onları düşleyebilir, bırakılan boşlukları doldurabilir, detaylandırabiliriz belki. Kitabı bitirdikten ve sindirdikten sonra onunla dilediğimiz gibi oynayabiliriz. Ve yine karakterler öyle özgün ki, muhakkak birini seçip, başucumuzda saklayabiliriz.

Ben olsam Arthur Bey'den ürker, Maria'yı fazla pasif bulur, Olcayto'yu sevmez, Nagihan'a burun kıvırır ve bir görünüp bir kaybolan falcı kadını seçerdim. Onun o siyah kanatları, akla kazınan tasviri diğerlerini gölgede bırakır, yer bırakmazdı. Ki ben oldum ve öyle oldu.

Daha fazla ne denir bilemiyorum.
"Okuyun, okutturun" belki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder