Salı, Şubat 23, 2016

Jacob'un Odası ~ Virginia Woolf

216 sayfa
Gene de söylemeye gerek yok, kırlarda yürüyüşe çıkmış bir papaz karısı ne büyük risklere atar kendini. Kısa boylu, esmerdi, çakmak çakmak gözler, şapkasında bir sülün tüyü, Mrs. Jarvis inancını kırlarda yitirecek kadınlardandı, -Tanrısı'na evrensel unsurla başkaldıracak kadınlardan, Yani -ama inancını kaybetmedi, kocasını terk etmedi, kırlarda yürümeye devam etti, karaağaçların ardından görünen aya baktı. Scarborough üzerinde boy atan otların içinde otururken duygulandı... Evet, evet, tarlakuşu göğe ağdığında; bir ya da iki adım öne doğru yer değiştiren koyunlar, çayırları ezip aynı zamanda çanlarını çaldırdıklarında; esinti önce çıkıp sonra dindiğinde, yanağa bir öpücük kondurup giderek; aşağıda, denizin üzerindeki gemiler birbirlerine çarpacakmış gibi olup da sanki görünmez bir elle çekilerek yollarına devam ettiklerinde; havada uzak patlamalar olduğunda ve hayalet atlılar dörtnala gelip sonra uzaklaştıklarında; ufuk mavi, yeşil, duygusal olduğunda -o zaman iç geçirirdi Mrs. Jarvis, "Ah, verebilen biri olsa... ah ben birine bir şey verebilsem..." Ama ne vermek istediğini bilemezdi ne de ona verebilecek olanın kim olduğunu. (sf.29)

Kimse kimseyi olduğu gibi göremez, hele bir tren kompartımanında garip bir delikanlının karşısında oturan orta yaşlı bir hanım, hiç. Bir bütünü görürler -türlü türlü şeyler görürler- kendilerini görürler... (sf.34)

-insan şiir de yazmak ister, sevmek de- ah zalimler! Lanet olası, ne zordur. Ama belki de zor değildir, eğer bir üst kattaki büyük odada hepsi de buna inanmış -zulmün varlığına yani,- iki, üç, beş delikanlı varsa ve onlar için doğruyla yanlış arasındaki çizgi son derece belirginse. (sf.50)

Yorgunluk en iyi uyku iksiridir. (sf.80)

-ama tabii nafile uğraşlar içinde en kötüsü birinin yüz çizgilerini sayıp dökmektir. Tek kelime yeter. Ama ya insan o kelimeyi bulamazsa? (sf.83)

İnsan kardeşlerimiz hakkında derin, yansız ve adil bir kanıya hiçbir zaman varılamıyor. Ya erkeğiz ya kadın. Ya soğuğuz ya duygusal. Ya genciz ya da yaşlanmakta. Her durumda hayat art arda gölgelerden başka bir şey değil, onlara neden bunca sıkı sıkıya sarıldığımızı ve gölge olduklarına göre, elimizden kaçtıklarında da neden öyle derin bir acı duyduğumuzu Tanrı bilir. Ayrıca, bu böyleyse ve hatta daha da ötesiyse, neden pencerenin köşesinde koltukta oturan delikanlının dünyanın en sahici, en güvenilir, en iyi tanıdığımız delikanlısı olduğu düşüncesine kapılırız birdenbire -neden, gerçekten? Çünkü bir an sonra onun hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
Böyledir görme biçimimiz. Böyle severiz. (sf.84)

Gece, bir yıldız gibi içine batılan ya da üzerinde pupa yelken yol alınan çalkantılı, kara bir okyanus değildir. (sf.95)

Felaketler, cinayetler, ölümler, salgınlar değildir bizi yaşlandıran ve öldüren; insanların nasıl baktıkları ve gördükleri, otobüslerin basamaklarını nasıl hızla tırmandıklarıdır. (sf.97)

Mektupları düşünelim -nasıl kahvaltıda geliverdiklerini ya da gece vakti, damganın ölümsüzleştirdiği sarı pullarıyla, yeşil pullarıyla- çünkü insanın kendi postaladığı zarfı bir başkasının masasının üzerinde görmesi, edimlerin her şeyi nasıl kesip koparıverdiğini ve bize yabancılaşıverdiklerini fark etmek demektir. Ancak o zaman zihinin bedenden sıyrılıp çıkma gücü gözle görülür olur ve belki de masanın üzerinde yatan bu kendi kendimizin hayaletinden korkar ya da nefret eder ya da onun ortadan kalkmasını dileriz. Gene de, sadece akşam yemeğinin yedide olduğunu bildiren mektuplar vardır; kömür sipariş edenler; randevu verenler. Bırakın sesi ya da kaş çatmayı, bunlardaki el yazısı bile görünürle görünmez arasıdır. Ah, ama her seferinde postacı kapıyı çalıp da mektup geldiğinde mucize yenilenmiş gibi olur- konuşma girişiminde bulunulmuştur. Muhteremdir mektuplar, sonsuz cesurdurlar, yitiktirler ve yitirilirler. (sf.110)

Hayatın garip yanı, niteliği yüzlerce yüzlerce yıldır herkesçe malum olmasına rağmen, kimsenin onu yeterince anlatamamış olması. Londra sokaklarının haritası var, ama tutkularımızın haritası yok. Şu köşeyi dönünce ne çıkacak acaba karşımıza? (sf.114)

-genç kızlar kaskatı durduklarında öyle bir şiddet, öyle bir tehlike yayarlar ki çevrelerine; korkuluğa yapıştıklarında; âşık olduklarında. (sf.142)

Sevelim sevmeyelim, içimizdeki dizginlenmemiş atı yadsıyamayız. Gönlü dilediğince, dörtnala koşmak; yorgunluktan bitap kumlara yuvarlanmak; dünyanın fırıl fırıl döndüğünü hissetmek; taşlara ve otlara karşı -kelimenin tam anlamıyla- bir dostluk dalgası hissetmek, sanki insanlık sona ermiş gibi, kadın-erkek bütün insanlara boş ver demek- böyle bir arzunun bizi sık sık pençesine almadığını söyleyemeyiz. (sf.170)

"Çok güzelim," diye düşündü.
Şapkasını hafifçe düzeltti. Kocası onun aynaya baktığını gördü; güzelliğin önemli olduğuna o da katıldı; bir mirastır; insan onu görmezden gelemez. Ama bir engeldir; aslında epeyce de yavandır. (sf.172)

Hepimizin içinde adının konmasını istemeyen mutlak bir yan var. Toplumda alaya alınan, çarpıtılan bu işte. (sf.174)

"Peki," diye sordu kendi kendine, "benim ondan istediğim nedir? Belki de hiç bilmediğim bir şey..." (sf.192)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder