Perşembe, Mayıs 14, 2015

suçluluk

"Kendini suçlu hissetmek ya da hissetmemek. Bence her şey burada yatıyor. Hayat, herkesin herkese karşı mücadelesidir. Bu malum zaten. Peki, bu mücadele az çok medeni bir toplumda nasıl cereyan eder? İnsanlar birbirlerini fark ettikleri anda birbirlerinin üzerine atılamazlar. Bunun yerine, başkasının üzerine suçluluğun utancını atmaya çalışırlar. Öbürünü suçlu kılan kazanır. Hatasını itiraf eden ise kaybeder. Sokakta düşüncelere dalmış yürüyorsun. Kızın biri, dünyada bir tek kendisi yaşıyormuş gibi, sağına soluna bakmadan, dosdoğru üzerine yürüyerek sana doğru geliyor. Çarpışıyorsunuz. Ve işte, hakikat ânı gelip çatıyor. Kim öbürüne sövecek, kim özür dileyecek? Bu örnek bir durum: Aslında, her ikisi de hem çarpan hem çarpılan. Ama yine de kendilerini hemen, kendiliğinden, çarpan, yani suçlu olarak kabul edenler var. Ve bir de kendilerini hemen, kendiliğinden, çarpılan olarak kabul edenler yani, öbürünü suçlamayı ve cezalandırmayı hakkı olarak görenler var. Bu durumda sen, özür mü dilerdin, suçlar mıydın?"
"Ben kesinlikle özür dilerdim."
"Ah, zavallı, o zaman sen de özürcüler ordusuna aitsin. Özürlerinle öbürünün gönlünü alabileceğini düşünüyorsun."
"Şüphesiz."
"Ama yanılıyorsun. Özür dileyen kendini suçlu ilan eder. Ve kendini suçlu ilan edersen, öbürünü, sana hakaret etmeye, herkesin önünde, ölümüne kadar, seni ifşa etmeye cesaretlendirirsin. İlk özrün kaçınılmaz sonuçları işte bunlar."
"Doğru. Özür dilememek lazım. Bununla birlikte, insanların, istisnasız hepsinin, gerekmese de, sebepsiz yere, abartılı biçimde özür dileyeceği, herkesin özürden bıkacağı bir dünyayı tercih ederdim."
"Çok kederli bir sesle konuştun," diye şaşkınlığını dile getirdi Alain.
"İki saattir annemden başka bir şey düşünmüyorum."
"Ne oldu?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder