Salı, Kasım 24, 2015

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği ~ Milan Kundera


  • Benim Hitler'le bu uzlaşmam temelde geriye dönmenin varolmaması üzerine kurulmuş bir dünyanın derin mi derin ahlaki çarpıklığının kanıtıdır. Çünkü böyle bir dünyada her şey daha baştan bağışlanır ve bu da demektir ki müstehzi bir sırıtışla her şeye izin verilir. (sf.12)
  • Sonsuza Kadar Yinelenme yüklerin en ağırıysa, bizim yaşamlarımız bu ağırlığın karşısında göz kamaştırıcı bir hafiflik içinde belirmektedir.

    Peki, ağırlık gerçekten nefret edilesi, hafiflik de göz kamaştırıcı mıdır?

    Yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. Öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek, daha içten olur.

    İşi tersten ele alırsak, bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insanoğlunu havadan daha hafif kılar; göklere doğru kanat açar insan, bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarı yarıya gerçek olur, devinimleri önemsizleştiği ölçüde özgürleşir.

    Hangisini seçmeli o halde? Ağırlığı mı, hafifliği mi? (sf.13)
  • Eğretilemelerle oyun olmaz. Tek bir eğretileme aşkı doğurabilir. (sf.19)
  • Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu). (sf.23)
  • Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir. (sf.28)
  • İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir. (sf.35)
  • Tereza'nın arkadaşı Z.'yi değil de kendisini sevmiş olmasının sadece şans eseri olduğunu şimdi iyice anlıyordu. Tomas'a duyduğu, birleşmeyle sonuçlanan aşkın dışında, olasılıklar düzleminde, öteki erkeklere yönelik sonsuz sayıda birleşmeye dönüşmemiş aşk vardı.

    Hepimiz yaşamımızın en büyük aşkının hafif, ağırlıksız bir şey olabileceğini, onsuz yaşamımızın hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağını varsayarız; en kasvetli, en korkutucu suratıyla bizzat Beethoven'in o büyük aşkımıza bir "Es muss sein!" çektiği duygusuna kapılırız.

    Tomas, Tereza'nın, arkadaşı Z. hakkında söylediğini tekrar tekrar düşünmüş ve şu sonuca varmıştı: Yaşamın büyük aşkı "Es mus sein!" (Öyle olmalı) sınıfına değil, daha çok "Es könnte auch anders sein!" (Pekâlâ başka türlü de olabilir) sınıfına giriyordu. (sf.43)
  • Oysa bedeni göz ardı ettiğimizde onun kurbanı olmamız daha da kolaylaşır. (sf.47)
  • Rastlantıların, sadece rastlantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. (sf.56)
  • Kendisi farkına varmasa da, birey en sıkıntılı anlarında bile güzelliğin yasaları uyarınca örer yaşamını. (sf.59)
  • Üniversite mezunu ile kendini yetiştirmiş kişi arasındaki fark, bilgi düzeyinden çok dirim gücü ve kendine güven düzeyinin yüksekliğinde ortaya çıkar. (sf.62)
  • Gözü "daha yükseklerde bir yerde" olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır. Nedir göz kararması? Düşme korkusu mu? Peki ama gözetleme kulesinin sapasağlam trabzanları da olsa bu korkuya kapılırız; neden? Yok, göz kararması düşme korkusundan farklı bir şey. Bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur, bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız. (sf.66)
  • Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar. (sf.82)
  • Bütün âşıklar oyunun kurallarını farkında olmadan kendilerince belirlerler, sınırları zorlamak daha baştan yasaklanmıştır. (sf.90)
  • İlk ihanet onarılmazdır. Başka ihanetlerden oluşan bir zinciri harekete geçirir ve bunlardan her biri bizi ilk ihanetimizden uzaklara, daha uzaklara götürür. (sf.99)
  • Aşırı uçlar, ardında yaşamın sona erdiği sınırlar demektir ve sanatta da politikada da, aşırılığa duyulan tutku, ölüme duyulan örtük bir özlemdir aslında. (sf.101)
  • Onlara, komünizmin, faşizmin, bütün işgallerin, bütün istilaların ardında çok daha temel, yaygın bir kötülüğün yattığını ve bu kötülüğün havaya kalkmış yumruklar ve dillerinde bir ağızdan haykırılan birörnek hecelerle uygun adım yürüyen insanlardan oluşan bir resmi geçitte en somut görünümüne kavuştuğunu anlatabilmek isterdi. Ama onlara bunu hiçbir zaman anlatamayacağını biliyordu. Kızarıp bozararak konuyu değiştirdi. (sf.107)
  • Ancak şiddetle tamamlanan kimi şeyler vardır yaşamda. Bedensel sevgi şiddetsiz düşünülemez. (sf.119)
  • Aşk bir meydan savaşıdır. (sf.129)
  • Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür. Evliliği özleyen genç kız bilmediği bir şeyi özler. Ün peşinde koşan gencin ün denen şey hakkında en ufak bir bilgisi yoktur. Attığımız her adıma anlamını veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeğidir. (sf.130)
  • Aslında, gerçekten ciddi olan sorular bir çocuğun bile dile getirebileceği sorulardır. Yalnızca en çocuksu sorular gerçekten ciddi olan sorulardır. Cevapları olmayan sorulardır bunlar. Cevabı olmayan soru, aşılamayacak bir engeldir. Başka bir deyişle insani olasılıkların sınırlarını belirleyen, insan varoluşunun sınırlarını saptayan, cevabı olmayan sorulardır bunlar. (sf.147)
  • Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamının araştırılmasıdır. (sf.228)
  • İyimser, beş numaralı gezegende insanlık tarihinin daha az kanlı olacağını düşünen adamdır. Kötümser, tersini düşünendir. (sf.231)
  • Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.

    Ne çare ki, insan öteki yarısını kendisi bulamaz. Bunun yerine, saz sepette bir Tereza gönderilir ona. Peki gene de, daha sonra kendisi için kararlaştırılmış olan kişiyle, öteki yarısıyla karşılaşırsa ne olur? Hangisini yeğlemelidir? Saz sepetten çıkan kadını mı yoksa Platon'un efsanesindeki kadını mı? (sf.246)
  • İnsanların rol yapmaya lanetlendikleri durumlar vardır. Suskun bir güçle (ırmağın karşı kıyısındaki suskun güçle, duvardaki suskun mikrofonlara dönüşen polisle) girişilen kavga bir orduya saldıran tiyatro kumpanyalarının kavgasıdır. (sf.274)
  • Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: Hayvanlara. Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır. (sf.296)
  • Cennet'e duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir. (sf.303)
  • Beni seviyor mu? Benden daha çok sevdiği bir başkası var mı? Benim sevdiğimden daha çok seviyor mu beni? Aşkı ölçmek, sınamak, denemek ve kurtarmak için aşka yönelttiğimiz bütün bu sorular belki de her şeyin yanı sıra aşkı kısaltmaya da yarıyor. (sf.304)
  • İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir. (sf.305)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder