Cuma, Temmuz 05, 2013

Ayrılık Valsi Üzerine


Milan Kundera, Çek-Fransız asıllı, 15 kitap yazmış ve pek çok ödül almış, aynı zamanda müzikle ve sinema ile de profesyonel olarak ilgilenmiş, tüm bunların yanında Esin'in okumamı önerdiği bir yazar.

Esin ile kitaplar üzerine konuştuğumuz oluyordu bazen. Bunların birinde "Sana bir yazar önereceğim." demişti ve küçük bir not kâğıdına bu ismi karalamıştı. Şöyle bir bakınca "Alala hiç de yabancı gelmiyor" diye düşünmüştüm. Sonra eve gelince araştırdım ve gördüm ki, kendisi şu meşhur Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği adlı kitabı yazan adammış. 

Uzun bir süre Kundera'nın herhangi bir kitabını almadım. Daha doğrusu alamadım çünkü okumam gereken başka kitaplar vardı ve annem yeni bir kitap alma fikrime sıcak bakmıyordu. Ankara'ya gidince, ipleri koparmış olmanın dayanılmaz hafifliği ile, kitaplara saldırdık tabii arkadaşlarla. Etrafımdakiler hep okumayı seven tipler.

Bir gün Burcu ve Utku'yla Kızılay'a gitmiştik. O gün almıştım kitabı. Tüm gün dolaşmıştık. En sonunda bir yere oturup çay içmeye karar vermiştik. Sonra kitaplarımıza tarih falan yazmıştık. Benim kitabımın rastgele bir sayfasına minik bir çarpı yapmıştı Utku, okurken o gün aklıma gelsin diye. Üçümüzün dostluğu(!) anısına ^^ Eh, geldi de. Tüm ayrıntılar canlanmadı gözümde, silinmiş bir kısmı ama Burcu ile ona birer kitap ayracı hediye ettiğim, onun o zamanki hali-tavrı ile şimdiki arasındaki uçurum falan. Neyse... Konumuz bunlar değil.

Kitabı okurken bir cümle öbeği hemen kafamda şimşekler çakmasına neden oldu. "Ben okumuştum bunu daha önce, acaba nerede okumuştum?" diye düşündüm ve anında kendi kendime cevabı yapıştırdım: Piktobet'te tabii. Aynı kitabı o da okumuş, bir göz atmak isterseniz, şuraya TIK.

Şimdi gerçekten kitap hakkında konuşmaya bilirim galiba!
Ben Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği en bilindik, en tutulan kitabı diye, onu sona saklamayı seçerek Ayrılık Valsi'ni almıştım. Bu arada kapak tasarımını da pek sevmedim, diğer edisyonlar daha güzel sanki... Neyse. Kitabı Ankara'dayken okumadım. İlk dönem almıştım kitabı ancak yaz tatiline dek kitaplığımda bekledi. Esin'e yaptığım ziyaretten sonra aklıma geldi okumak. Ancak Harry Potter sevdama yenik düştüm. Harry Potter ve Felsefe Taşı'ndan sonra da hemen bu kitaba başladım.

Bir yazara yanlış kitapla başlamaktan çekinebilir bazıları, o yüzden bilindik kitabı tercih edilir genelde. Yazar bir kez tanındıktan, sevildikten sonra kötü de yazmış olsa bir şekilde tolere edilir çünkü. Ben böyle düşünmem ve kesinlikle en bilindik kitabını almam. En bilindik kitap olmaması dışındaki kriterim, daha az bilinen kitapları içinde ucuz olan olmasıdır. Ayrılık Valsi'ni de böyle seçmiştim işte, neredeyse konusunu bile okumadan.

Ne var ki, rastgele seçtiğim kitaplar konusunda şans benden yana. Bu sayede Kurt Vonnegut ile tanışmıştım daha önce. Şimdi de Kundera'dan enfes bir kitap okumuş oldum.

Buradan itibaren olayları anlatmaya ve yorumlamaya başlıyorum bakın!!! 
Ayrılık Valsi'nde olaylar bir kaplıca kasabasında geçiyor.Önce Ruzena ile tanışıyoruz. Ruzena burada bir hastahanede çalışan, güzel bir kadın. Fakat pek zeki değil. Annesi yok, babası ile birlikte yaşıyor. Babası da biraz tuhaf, köpeklerle ilgili tasvip etmediğim düşünceleri var. Neyse. Ruzena, bu kasabadan dışarı adımını atmamış bir kadın ve buradaki yaşamından memnun olmayan, bir çıkış yolu bulsa o yola atlamaktan geri kalmayacak bir kadın. Bir gün kasabasına yakışıklı bir trompet sanatçısı geliyor, Klima. Ve bunlar birlikte bir gece geçiriyorlar. Sonra Klima tabii ki ortadan kayboluyor ve Ruzena'yı aramıyor.

Bir gün Klima, Ruzena'dan bir telefon alıyor. Bu düşüp kalktığı kadınlardan gelmesini beklediği, beklediği ölçüde de bundan korktuğu bir haber veren bir telefon, Ruzena ona hamile olduğunu söylüyor. Fakat öğreniyoruz ki Ruzena başka biriyle daha birlikte olmuş, Frantisek ile... Ancak Ruzena onu sevmiyor. Aslında Ruzena Klima'yı da sevmiyor. Ruzena, hayatında hiç sevilmemiş bir kadın, bir erkek tarafından beğenilmenin ne olduğunu bilmiyor, aşkı tatmamış. Tek isteği bu kasabadan, bu kısır döngüden kurtulmak ve ona bunu sağlayabilecek olan da karnındaki bebek. Bunu sonuna dek kullanma niyetinde. Ve Klima'nın yakasına yapışıyor. Yani onu da sevdiği yok aslında...

Öte yandan Klima'nın karısı ile tanışıyoruz, Kamila. Klima, her ne kadar başka kadınlarla düşüp kalksa da karısına aşık, kitapta böyle iddia ediyor en azından. Kamila'nın ise sağlığı bozuk biraz, biraz da psikolojisi. Kocasını deli gibi kıskanıyor, onu kaybetmekten feci halde korkuyor. Aslında, kitabın sonunda kendisinin de kendine itiraf ettiği gibi, kocasına duyduğu aşk bitmiş. Onu kocasına bağlayan tek şey onu kaybetme korkusu. Bu öyle büyük bir saplantı halini almış ki Kamila'da, onun her tavrında başka bir kadından izler seziyor, gerçek olmasalar bile. Bunu biliyor ama gözleriyle görmeye cesareti yok.

Doktor Skreta, ben nedense onun hastalarına kendi spermlerini enjekte etmiş olmasından endişeleniyorum, bu sağlık merkezinde çalışıyor ve çocuk doğuramayan kadınları tedavi etmeye uğraşıyor. Kitabı okurken onu hep mavi gömlekli ve hafif göbekli biri olarak canlandırdım gözümde. Neyse...

Birkaç karakterle daha tanışıyoruz. Mesela Jakub ile. Jakub bir siyasi suçlu. Yaşamını siyasete adamış, kendisini hep hayatın kalbinde hissetmiş böyle, ama birden bire bunun ne kadar doğru olduğunu sorgulamaya başlıyor. O ve doktor Skreta arasındaki garip dostluk biraz bana Mert ile beni anımsattı. Zira zamanında Skreta onun için bir hap hazırlamış, zehirli bir hap. Ve onu dostuna vermiş, yaşamına ve ölümüne hükmedebilme gücünü cebinde gezdirsin diye.

Olga ise Jakub'un himayesine aldığı, daha sonra Skreta'ya emanet ettiği bir kız. O biraz çirkin ama kafası çalışıyor. Sonradan Jakub'u baştan çıkarıyor falan. Bertlef ise Skreta'nın hastalarından biri. Ve isimleri karıştırmadıysam, Ruzena'ya aşkı tattıran adam. Bütün bu insanlar Ruzena üzerinde birleşiyor, olaylar Ruzena'da düğümleniyor.
Çok da spoiler vermedim ehehe :D

Gidişattan kitabın sonunu seziyorsunuz. Ama biraz da oyun izlemek gibi kitabı okumak. Bir sahne ve ona girip çıkan oyuncular var sanki. Hem çok gerçek dışı, hem çok hayattan. Tesadüflerle örülü biraz da. Gerçekten çok eğlenceli, çok keyifli. Yani Kundera'yı sevdim. O da gözüme iliştikçe kitaplarına dokunacağım yazarlardan biri artık.Kendini şanslı sayabilir *.* Ayrılık Valsi'ni ise, kesinlikle tavsiye ediyorum.

8/10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder