Cuma, Haziran 14, 2013

FRANKENSTEIN

Lisedeyken roman olarak okumuştum Frankenstein'ı. Çizgi romanını da Ankara'da bir fuarda almıştım, bir başka Frankenstein'ımsı bir ımmm... öyküyü anlatan bir kitapla birlikte. Çizgi romanımı uzunca bir süre okumadım çünkü çizgi romanın hemen ardından bahsettiğim kitabı okumak istiyordum. Ancak, finallerimin başlayışı ve aslında bundan bağımsız olarak, kitaplarımı çabuk çabuk bitiremeyişim "Bari çizgi roman okuyayım" dememe neden oldu ve elime aldım Frankenstein'ı. (Bu arada herhalde yazdığım en berbat yazı oluyor bu, kafamı bir türlü toparlayamıyorum. Neyse, kendimi içgüdülerime teslim edeyim...)

Öncelikle, şunu söylemeliyim, konu çizgi romansa çizimler benim için oldukça önemli. Öykünün çizgi romana nasıl uyarlandığı da en önemli noktalardan biri. Gerçi geriye de başka bir şey kalmıyor.Bundan bir önce okuduğum çizgi roman Usta ile Margarita'ydı. Onun çizimleri pek iyi değildi mesela... Bilmiyorum gerçi o kokuyordu, kokan kitapları/ dergileri / defterleri vs. seviyorum... Ama çizimler kötüydü. Romanın uyarlanışı noktasında eksiklikler vardı. Usta ile Margarita -ki duyduğuma göre yeni çevirisi Üstat ile Margarita olarak yapılıyormuş- konusu nedeniyle inanılmaz ilgimi çekmişti. Fakat 34 lira olunca alamamıştım. Neyse kitapçıda romanı görme ve inceleme fırsatım oldu anlayacağınız ve gerçekten kalın bir kitaptı. Belki buydu nedeni, bilemiyorum... İçimden bir ses diyor ki, "Evet, kitabı okumuş olsan çizgi romanı severdin, çizimler de o kadar gözüne batmazdı."  Diyeceğim o ki -ah söylemek istediğim hiçbir şeyi söyleyemedim galiba- Usta ile Margarita beni tatmin etmemişti. Oysa Frankenstein öyle değildi.

Gerçi, şimdi durup kendimi "Acaba romanı da okuduğum için mi böyle oldu?" diye sorgulamadan edemiyorum ama en azından çizimleri bile Usta ile Margarita'ya bin basardı. O yüzden eseri uyarlayan kişinin Jason Cobley, Türkçe'ye çeviren kişinin Duygu Akın, çizerin Declan Shalvey ve renklendirmede rol alan kişilerin de Jason Cardy ve Kat Nicholson olduğunu belirtmeden edemem. Frankenstein'ı uyarlama konusunda da başarılı olunmuş. Bence romanı okumamış olsam da olayı anlardım hem de pek bir şey kaçırmadan.

Gelelim Frankenstein'ın öyküsüne... Öncelikle, yaratığın ismi gibi algılansa da, Frankenstein'ın aslında onu yaratan doktorun soy ismi olduğunu belirtmek gerek. Frankenstein yaratık değildir, yaratığın yaratıcısıdır. Ve yaratık da isimsizdir. Ancak bu isim nedense bu yaratığa yapışıp kalmıştır.

Frankenstein bir doğa bilimcidir. Yaşamın ve ölümün gizemlerini çözmeye çalışır, yaşamını buna adar. Ve genç bir yaşta bu sırra vakıf olur. Hemen kolları sıvar ve çok büyük, çok güçlü, insanüstü bir yaratık yaratmaya girişir. Ölmüş insanlardan vücut parçaları toplar, çok güçlü kolları olan birinin kollarını kullanır, çok güçlü bacakları olan birinin bacaklarını ve böylece kendince muhteşem olan tüm parçaları birleştirir. Frankenstein o dönem, yaptığı şeyin doğruluğunu sorgulamaz. İçindeki dürtüye boyun eğer ve şevkle işine devam eder. Ancak yarattığı varlığa hayat verdiğinde, onu karşısında kanlı canlı, hareket eder gördüğünde beyninde şimşekler çakar, bu çirkin mahluktan nefret eder ve onu reddeder. Ondan olabildiğince uzaklaşır, kaçar. Bir süre hasta yatar, bu dehşeti atlatmaya, yaptığı şeyi unutmaya çalışır.

Bu esnada yaratık yeni doğmuş bir bebek gibidir, savunmasızdır, hiçbir şey bilmemektedir. Onu soğuktan koruyacak kıyafetleri, yiyecek herhangi bir şeyi yoktur. O kendi yolunu çizmeye bırakılmıştır... Önceleri iyi olsa da her görenin kendisinden korkması, her iyiliğinin korkuyla ve şiddetle karşılanması yaratığın yaratıcısından, görüntüsü yüzünden kendisinden, insanlardan, hayattan ve insanlıktan nefret etmesine yol açar. İçi öfkeyle ve intikam arzusuyla dolan yaratık yaratıkcısını incitmek için hamleler yapmaya başlar, yaratıcının etrafındaki insanları öldürür.

Bir ara yaratıcısıyla görüşme fırsatı bulur. Ona yaşadıklarını anlatır, içindeki iyiliğin nasıl törpülendiğini ve nasıl bir zalime dönüştüğünü. Frankenstein yaratığı anlar ve ona acır gibi olsa da, ve onu dünyaya getirdiği için kendisini suçlasa da aslında hiçbir zaman yaratık ile ilgilenmez. Yaratık bu dünyada yapayalnız kalmamak için kendisine bir eş istemiştir ancak Frankenstein ona böyle bir söz vermiş ve çalışmalara başlamış olsa da bu sözünü yerine getirmez. Yaratığın eşiyle el ele verip dünyaya dehşet salmasından korkar. Onu yarattığı için pişmandır evet, ama o bu kadar büyük, güçlü ve çirkin olduğu için pişmandır. Yaratığa karşı değil insanlığa karşı bir suçluluk duymaktadır. 

Böylece yaratık daha da öfkelenir ve şu veya bu şekilde Frankenstein'ın tüm ailesinin, karısının, kardeşinin, dostunun, herkesin ölümüne neden olur. Aralarında bitmek bilmez bir düşmanlık vardır. Frankenstein de onu bulmak ve öldürmek için yolculuk etmektedir. 

Hep düşünürüm, eğer Frankenstein bu yaratığı öylece o evde bırakmak yerine ona kol kanat gerse, onun için hem bir yaratıcı, hem bir baba hem de bir öğretmen, yol gösterici olsa yine de böyle mi olurdu? Yaratığı şiddete yönelten, içini nefretle dolduran diğer insanların hareketleri ile birlikte aslında en başta yaratıcısı tarafından bile istenmemiş, sevgi görmemiş olmak değil midir? Ve tüm bunlar göz önünde bulundurulduğun yaratığı anlayabilir, onu affedebilir miyiz? Affedemesek bile ona daha ılımlı yaklaşabilir miyiz?

Mary Shalley, Frankenstein'ı yazdığında korku edebiyatının temellerini atmış oldu. Ama aslında bize yanıtları üzerine düşünülmesi gereken koca koca sorular da bıraktı. Kitap okumayı sevmeyenler, hiç değilse bu çizgi roman sayesinde Frankenstein ile tanışabilir ve bu sorulara yanıt aramaya başlayabilir. Çünkü buna cevap verebilmek, şu an bile, toplum adına, insanlık adına ve toplumun çürük (?) bireylerini kurtarmak adına önemli olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder