Çarşamba, Nisan 18, 2012

Semaver ~ Sait Faik Abasıyanık

Yayın Evi: YKY
Yayın Yılı: 6.Baskı / Ocak 2004
Kapak Tasarımı: Nahide Dikel
Sayfa Sayısı: 105



ARKA KAPAK 
"Namuslu adamdı Sait Faik, ömrü boyunca  namuslu kaldı. Yalnız namuslu olmakla yetinmedi, insanları değerlendirmede en başta namus ölçüsünü kullandı. (...) yazış tarzında da gene ömrünün sonuna kadar namuslu kaldı. Hiçbir zaman şaşırtma yoluyla, büyük laflar ederek, büyük davaların savunucusu görünerek ilgi ve alkış toplamaya kalkışmadı... Süsleyip, püslemek küçüklüğüne düşmeden düpedüz söyledi..." 
Yaşar Nabi
"... Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tanımadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir." 

diyen büyük yazarın; ilk kez 1936 yılında yayımlanan hikâye kitabı Semaver yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandır.

Mektuplar, manüskriler ve gün ışığına çıkmamış metinler sırada...

  • Allah hiç gülmez mi? (sf.11)
  • Ölümün karşısında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktörden farkımız olmayacak. O kadar, muvaffak olmuş bir aktör. (sf.11)
  • Ölüm bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu o kadar... (sf.12)
  • Fakat toprağın üstünde koşan, onun üstünde beş on para kazanmak kaygısıyla dolaşan insanlar ne tuhaf mahluklardı. Ve denize bir dakika durup bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar ne zevksiz maluklardı. (sf.19)
  • Hepimiz, sırtlarımızda ve elbisemizin altında, gözlerimizin içinde bir müstakbel ölü gezdirmiyor muyduk? (sf.32)
  • Birden bütün neşemin bir camın kırılışı kadar ses ve şıngırtı çıkararak düşüp kırıldığını gördüm. Ayakucuma düşüp kırılan neşemi gözlerimle topladım. (sf.54)
  • Lisanlarını anlamadığımız insanların haletiruhiyelerini keşfetmek hususunda çok aciziz. Onların bizim her günkü konuştuğumuzdan daha başka, daha mühim şeyler konuştuklarını sanırız. Bir müddet onlarla çok alakadar olduğumuz halde biraz sonra onları unutuverir, yine kendimize, lisanımıza ve etrafımıza yani kendi kendimize döneriz. (sf.59)
  • Soğan ekmek yalnız şehirli midesine değil köylü midesine de dokunabilir ve dokunmaktadır. (sf.60)
  • İnsana öyle gelirdi ki bu adam garsonluk için doğmuştur. Kendisi de bunun farkındadır. Halbuki hiç de öyle doğmamıştır. Pekâlâ bir doktor da olabilirdi. Doktor fizyonomisini birkaç sene icrayı tababetten sonra takınabilirdi. Bu ihtiyatların ve mesleklerin saça, göze, kaşa verdiği bir şeydir. Aldanmamalıdır. Çünkü insanlar garson doğmazlar. Onun çok tekrarladığı müthiş bir lafı vardır; söyleyelim: "Garson ölürler ama, garson doğmazlar." (sf.64)
  • Korku da bir önsezidir. Fakat vukudan kilometrelerce uzak değil, hemen hemen bir adım geridedir. (sf.76)
  • Dünya alabildiğine doludur. Dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarlarında yıkanır; dağların üstünde buzlar içinde kayar; veya ovaların salkımsöğütleri, kavakları altında sevişirler. (sf.80)
  • Anlaşıldı ben bayrakları değil, insanları seviyorum. Öyle ise yuvarlak dünyanın üstünden akıp geçen yıldızlara bakan vapurlarda ömrüm geçecek. (sf.80)
  • Küçük şeyleri unutamayanlar, en hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir. (sf.87)
  • O zaman ne ağır şeydi, ne kımıldamaz mahluktu. (sf.92)
  • Serçeler zaman mefhumu bilmiyorlar. Bu tabiatın kendilerine çoktandır vermediği duşa bütün ömürleri, bütün hevesleriyle atılıyorlar. Yağmurun büyük damlaları, onların tüyleri üstünde akmadan buhar oluyor gibi; serçelerin sıcaklıklarına, ruhlarına, vücutlarına siniyordu ve bir yağmur damlasını küçük vücutlarına onlar, nasıl kendilerinden umulmaz bir şehvet ve lezzetle sindiriyorlardı. Ah serçeler ne bahtiyardı! (sf.92)
  • Toprak, yaz yağmurundan daha bol yağan kadın gözyaşına her nedense her zaman hasrettir. (sf.98)
  • İhtiyar adam ağlıyor. Harbe, sipere, kurşuna ve gürültüye... kamyonlara ve gazlara ve otomobillere, bir nevi medeniyete Sırpça ağız dolusu küfrediyordu. (sf.101)
  • Pavel'e bir köy... Otomobilsiz, sessiz, sakin yollarında dereler akan bir köy ve küçük bir Sırp kızı lazımdı, diyor bir küçük köylü Sırp kızı... Uzun saçlı, mavi gözlü, sapsarı. (sf.101)
  • "Bir akış hastasını ziyaret; bir eşeği tımar etmeye benzer. Eşek olmadığım için, tımara da ihtiyacım olmadığını arz eder ve derin bir hürmetle sizleri selamlarım, efendiler." (sf.102)
  • Zevk, demişti, en uçucu şeydir. En hurdebini delikten kaçan bir gazdır. Onun için değil midir ki, zevki mütemadiyen değiştirmek lazımdır. (sf.104)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder