Can Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Can Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Eylül 16, 2013

Kara Acı ~ Nina Berberova

Çeviren: Zehra Gencosman
Özgün Adı: Le Mal Noir
Kapak Resmi: Modigliani
Yayın Yılı: 1991
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 81

ARKA KAPAK:

Nina Berberova, bu romanıyla bir kez daha özel dünyasının derinliklerine demir atıyor: Sürgün dünyasını ve bu dünyanın karanlık anlamsızlığını sorguya çekiyor. Nina Berberova'nın öbür kahramanları gibi Kara Acı'nın kahramanı Yevgeni Petroviç de bir sürgündür. Ülkelerinden, sevgi bağlarından, ana dillerinden yoksun kalmış, uzun süre bir kentten ötekine, bir ülkeden bir başkasına sürüklenmiş humanist Slavların acılarını tek başına simgelemekte, onlarla bütünleşmektedir. "Kara Uğursuzluk", "Kara Felâket", bir elmas hastalığıdır ve sürgünün yaşamında işleyen ve bir türlü kapanmayan yarayı simgelemektedir: Bu simge, bazan bir sanrıya dönüşen uzak ülkeyle, bazan yerini hiçbir kadının dolduramadığı bir yazgısal kadınla örtüşür. Artık gelecek ve umut diye bir şey yoktur ve asıl korkuncu, geçmişin de insanın parmakları arasından kum gibi akıp gitmesidir. Şimdi 91 yaşında olan Nina Berberova'nın sekseninden sonra yazarlık ününe erişmesi gerçek bir Kara Acı değilse nedir? Berberova'ya göre Kara Acı kendisinin en önemli yapıtıdır. Eleştiricilere göre de baş döndürücü bir başyapıt. Yazarın daha önce Eşlik Eden, Astaçev Paris'te, Uşak ile Yosma adlı yapıtlarını yayınlayan Can Yayınları, yazma eylemini insan sevgisine dönüştüren yazarı ülkemizde tanımaktan büyük bir kıvanç duyuyor.

Kâfuru ve naftalin kokusunun aşkı öldürdüğünü herkes bilir. Oysa, birçokları giysilerin kol kıvrımlarındaki küçük naftalin toplarını unutmuşlar, sıcak giysilerin üzerine aceleyle atılmışlar, ama ceplerini ters yüz etmeye vakit bulamamışlar. Naftalin kokusu havaya sinmiş; evler kâfuru kokuyor. Aşk, ikisinin de kokusundan hoşlanmadığına göre, kasımı andıran bu mayıs ayında hiç kimse aşkı düşünmüyor, onu anlamıyor, hatta, kimileri onu suçlamaktan bile geri kalmıyordur, ister kendi aşkları olsun, ister başkalarınınki olsun, umursamıyorlar bile! (sf.35)

Cennette insanın ölesiye sıkıldığını, cehennemin ise ilginç ve ünlü kişilerle dolu olduğunu varsayan geçen yüzyılın bu söylencesine artık bir son vermek gerek. Cennette, Sokrates Homeros'la söyleşiyor, herkes de onları dinleyebiliyor. Cehennemde salt, silik yerel görevliler ve tiksinç devlet memurları var. (sf.49)

İnsanın temel niteliğinden yoksunum ben: Ölmesini bilmek ve sonra yeniden için için dirilmek. (sf.69)

Cumartesi, Ağustos 31, 2013

Şarkı Söyle Luna ~ Paule du Bouchet

Çeviren: Gizem Şakar
Özgün Adı: Chante, Luna
Kapak Resmi: Mustafa Delioğlu
Yayın Yılı: 1. Baskı / Kasım 2008
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 254

ARKA KAPAK:

Luna'nın savaşa karşı tek silahı kendisiydi, kalbindeki sevgi ve olağanüstü sesiyle...


1939 yılı Varşova'sında, Leh asıllı Yahudi bir ailenin 14 yaşındaki kızı Luna'nın hayattaki tutkusu şarkı söylemek ve müziktir. Savaşın acımasızlığında, tüm umutların tükendiği noktada, müzik artık hayatta olmayanlar adına, içinde büyüttüğü yaşama arzusu sayesinde Varşova gettosundaki isyana katılan Luna, kalbindeki sevgi ve olağanüstü sesi sayesinde, önüne çıkan tüm kapıları açabilecek midir?

"Her birimizin içinde bizi kurtarabilecek küçük bir müzik var. İş onu bulmayı bilebilmekte, ama inanıyorum ki en çok da onu çınlatmayı becerebilmekte..." (sf.64)

Korkunç olan sokaklarda gördüğümüz bir sürü ceset değildi. Korkunç olan, ayağımızın takıldığı cesedin bir arkadaşın, bir akrabanınki olduğunu keşfetmek; her gün böyle bir keşif yapabilmenin mümkün olduğunu bilmek; hayatlarımızın her dakikası bir babanın, bir kız kardeşin, bir ağabeyin, tüm bir ailenin tutuklandığını, götürüldüğünü, öldürüldüğünü öğrenmekti. (sf.76 / 77)

"Eğer bir Alman kendisini aşağılanmış hissederse neler yapabilir bilmiyorsun. Üstelik eğer bu asker gerçekten üniformasından utanıyorsa ki bundan şüphe ediyorum, izin verirsen, o zaman bu demektir ki insanlık hâlâ ölmemiş ve bu da iyi bir şey!" (sf.80)

Hayal etmek, her halükârda bir gelecek tasarlamaktır. Hiçbir şey hayal edilmediğinde ise gelecek diye bir şey söz konusu değildir. (sf.85)

Şüphesiz ki durumumuzu ifade etmekte kelimeler yetersiz kalıyordu. Kanıt dünyanın bunu duymayışıydı. (sf.88)

"Luna, ben ölmenin ne olduğunu biliyorum."
...
"Ölmek zor değil! Ölmek bir şey değil... En kötüsü öncesidir. Korku. İnsan korktuğu zaman ödlektir, bencildir, sadece kendini düşünür. Görüyorsun ya, ben bir daha asla korkmak istemiyorum."
...
"Bir daha korkmamak için, sadece tek bir çözüm var: kendinin dışına çıkmak. Küçük uğraşlarının dışına." (sf.111)

Her ilişki kendine yabancı olanın gözünden kaçar... (sf.113)

"Adın ne?"
"Helena. Ölmekten korkmuyorum. Daha önce korkuyordum ama artık değil... artık biliyorum."
"Neyi biliyorsun?"
"Bunun kaçınılmaz olduğunu" (sf.149)

Beklemek şimdiki zamandan gelecek zamanın şart kipine kadar çekilebilen bir fiildir, ama her zaman kaygının eş anlamlısıdır. (sf.166)

"Seni seviyorum Sarah, senin arkadaşın olmayı çok istiyorum. Fakat hiç şansım yok," diye ekledi neşeyle bize dönerek. "Sarah'nın aklı Janush'da..."
"Bunda yanılıyorsun," diye karşılık verdi Sarah. "Janush'da değil."
Biraz bekledi. Herkes güldü.
"Kimde o zaman," diye sordu Mordechai hafif bir gülümsemeyle.
"Sende, salak!" (sf.183 / 184)

"Biliyorsun Luna, tüm bunlar sona erdiğinde sanırım sen ve ben dünyada 'kurşuna dizildim' diyebilecek tek insanlar olacağız." (sf.220)

Salı, Temmuz 16, 2013

Şeytanın Saati ~ Fernando Pessoa

Çeviren: Işık Ergüden
Kapak Resmi: Murat Önol
Yayın Yılı: 2.Basım / Ocak 2013
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 43

ARKA KAPAK:





Fernando Pessoa, XX. yüzyıla ait
kimlik, üslup, varlık, deneysellik
gibi tüm modern konu ve
izlekleri içinde barındıran,
gerçek bir edebiyat olayı.



Çağdaş edebiyatın en kendine özgü kişiliklerinden Fernando Pessoa, 1935'te öldüğünde, sandığından binlerce sayfa metin çıkmış ve onu çok geçmeden dünyanın en gizemli yazarlarından biri haline getirmiştir. Pessoa'nın, kendi adıyla yayımlanan eserlerinin yanı sıra, farklı bakış açısı, kimlik ve üslubuyla her birini ayrı ayrı var ettiği hayalî şair ve yazarların adıyla yayımlanan eserleri de kısa zamanda birçok dile çevrildi ve Pessoa'ya ölümünden sonra büyük ün kazandırdı.

Şeytanın Saati de, Fernando Pessoa'nın sandığından çıkan metinlerden biridir. Bu kısa metin, yazarın önemli takıntılarının, büyü, mistisizm ve simya gibi hiç vazgeçmediği konuların bir panoramasını sunar. Aslında, şeytanla girişilen bu konuşma, yazarın yapıtlarının belli başlı niteliklerini küçük ölçekte sunan bir bütündür. Alaycı, kuşkucu Pessoa'nın gerçeği arama yolculuğunun bir parçası sayılabilecek düşsel bir diyalog...

Beden, haddinden çok ayrışmaksızın ayrıştığı için yaşar. (sf.23)

Her zaman kendisi olan tek şey düşlerdir. Onlar bizim, içine doğduğumuz, her zaman doğal ve kendimiz kaldığımız o parçamızdır. (sf.24)

En büyük aşk, derin bir uykudur. Dalmaktan hoşlandığımız bir uyku. (sf.29)

Bayan, kendi aralarında ne kadar karşıt görünürlerse görünsünler, bütün dinler gerçektir. Bunlar, aynı gerçeğin farklı simgeleridir. Farklı dillerde söylenmiş aynı cümle gibidirler; öyle ki, aynı şeyi söyleyenler birbirlerini anlamazlar. (sf.30)

Cuma, Temmuz 05, 2013

Ayrılık Valsi ~ Milan Kundera

Çeviren: Aydın Emeç
Kapak Tasarımı: Erkal Yavi
Kapak Resmi: Lurii Andrieiev
Yayın Yılı: 5.Basım /Ocak 2009
Yayınevi: Can Yayınları

ARKA KAPAK:

Klima, ünlü ve çapkın bir caz trompetçisidir. Bir kaplıca kasabasında genç ve güzel hemşire Ruzena'yla bir gece geçirmiştir. Ruzena kendisini arayıp da hamile olduğunu söyleyince, kürtaj yaptırmaya ikna etmek için kasabaya döner. Ama bu ikiliye altı karakter daha katılacaktır: Hastalarının hamile kalmasını sağlayan özel bir yöntem geliştiren jinekolog Skreta; sağlığı bozulduğu için kasabaya gelen zengin Amerikalı Bertlef; Klima'nın eski bir şarkıcı olan kıskanç karısı Kamila; Ruzena'nın sevgilisi olduğuna inanan paranoyak Frantisek; kaplıca kasabasında bir veda partisi veren eski politik mahkûm Jakub; babası bir zamanlar Jakub'a ihanet etmiş olan Olga.

Milan Kundera'nın ünlü romanı Ayrılık Valsi, gerçek anlamda bir erotik kara güldürüdür. En ciddi sorunları inanılmaz bir "hafiflik"le ortaya atar. Öyle ki, çağdaş dünyanın, bizi trajedimizi yaşama hakkından bile yoksun kıldığını görmemizi sağlar. İnsan ruhunun derin gizlerinde elini kolunu sallayarak dolaşan bir büyük ustanın kaleminden çıkmıştır.

Kıskançlık, tek yaratığı yoğun ışınlarla aydınlatma ve öbür erkekler yığınını mutlak bir karanlık içinde tutma gibi şaşırtıcı bir güce sahiptir. (sf.23)

Bu ülkede insanlar sabahlara saygı göstermiyorlar. Uykularını bir balta vuruşuyla kesen bir çalar saatle kendilerini kabaca uyandırtıyorlar ve hemen uğursuz bir aceleciliğe bırakıyorlar kendilerini. Böylesi şiddet hareketiyle başlayan bir günün devamının nasıl olabileceğini bana söyleyebilir misiniz? Çalar saatlerinin her gün küçük bir elektrik şoku geçirttiği bu insanların başına ne gelebilir? Her gün şiddete alışıyorlar ve her gün zevki unutuyorlar. Bir insanın yaradılışını oluşturan, inanın bana, bu sabahlardır. (sf.32)

Tanrı, kadınların yüreğine öbür kadınlardan nefret etmeyi aşıladı, çünkü insan türünün çoğalmasını istiyordu. (sf.45)

Her insan ergin olduğu gün zehir edinebilmelidir. Bu olay dolayısıyla da görkemli bir tören düzenlenmelidir. Onu intihara kışkırtmak için değil, ama tersine daha büyük bir güven ve rahatlık içinde yaşaması için. Yaşamına ve ölümüne egemen olduğunu bilerek yaşaması için. (sf.90)

Düzen isteği aynı zamanda ölüm isteğidir, çünkü yaşam düzenin aralıksız çiğnenmesidir. (sf.99)

İnsan bir parça zeki doğsa, doğuştan yabancıdır. (sf.120)

Çünkü, kıskançlığın mahmuzladığı zaman inanılmaz bir hızla geçer. Kıskançlık beyni coşkunluk veren bir kafa çalışmasından çok daha fazla oyalar. Beynin bir tek boş anı yoktur. Kıskançlığın pençesine düşen, can sıkıntısı nedir bilmez. (sf.177)

Kıskançlık zorlu bir diş ağrısı gibidir. İnsan kıskançlık duyduğu zaman bir şey yapamaz, oturamaz bile. Ancak gidip gelebilir. Bir noktadan öbürüne. (sf.177)

İntihar etmek, Yaratan'ın yüzüne tükürmektir. (sf.223)

Salı, Haziran 18, 2013

Caribou Adası ~ David Vann

Çeviren: Cem Alpan
Özgün Adı: Caribou Island
Kapak Resmi: Galina Andruşku
Yayın Yılı: 1.Basım / Mayıs 2012
Yayınevi: Can Yayınları

ARKA KAPAK:






David Vann, Alaska
coğrafyasından çarpıcı
manzaralar aktararak
günümüz insanının trajedisini
ortaya çıkarabilen bir yazar.


Otuz yıl boyunca düşünü kurduğu hayatı gerçekleştirmeye karar veren Gary, nihayet karısı Irene'i de ikna ederek yola koyulur. Alaska'nın buzul göllerinden birindeki Caribou Adası'nda bir kulübe inşa ederek medeniyetten uzakta, vahşi doğada yaşayacak, her şeyi geride bırakarak yıllardır özlemini çektikleri huzura kavuşacaklardır. Ancak erken bastıran kış, bu ıssız adadaki çetin doğa koşulları ve kocasıyla arasındaki derin iletişimsizlik, Irene'in ruhsal dengesini bozacak, geçmişindeki trajedinin hayaletleri geri dönecektir.

Yazar, fonda, Alaska'nın haşin ama muhteşem bir güzelliğe sahip coğrafyasını yansıtan Caribou Adası'yla, çözülen bir evliliğin üzerinden sevgiyi, sevgisizliği, iletişimsizliği ve yok olup giden fırsatları sakınmasız bir gözle tasvir ederek günümüzün trajedisini anlatıyor. David Vann, dünya çapında ses getiren birçok ödülün sahibi Legend of Suicide (Bir İntiharın Efsanesi) adlı öykü kitabının ardından ilk romanıyla, Amerika'dan dünya edebiyatına bir armağan...

Neden erkek doğmaları yetmiyor? Neden erkek olmak zorundalar? (sf.108)

Bana göre erkekler de bir tart hamurudur, ama maalesef Tanrı üstüne malzeme koymayı unutmuş. (sf.215)

En kötüsü de buydu, bir şeye sahip olmak ve sonra olmamak; evet, en kötüsü buydu kesinlikle. (sf.220)

Eğer nereden başladığımızı bilmiyorsak, nerede veya nasıl bitireceğimizi de bilemezdik. Yol üstünde kaybolurduk. (sf.303)

Pazartesi, Mayıs 20, 2013

Şeker Portakalı ~ José Mauro de Vasconcelos

Çeviren: Aydın Emeç
Özgün Adı: O Meu Pé de Laranja Lima
Kapak Düzeni: Semih Özcan
Yayın Yılı: 67. Basım / 2004
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 207

ARKA KAPAK:

Brezilyalı José Mauro de Vasconcelos (1920- 1988), Rio de Janeiro yakınlarında, Bangu kasabasında doğdu. Oldukça yoksul olan ailesi, onu Natal kasabasındaki amcasının yanına gönderdi. Orada 19 yaşındayken Potengi ırmağında yüzmeyi öğrendi; hep ileride bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayallerini kurdu. Liseyi Natal'da bitirdikten sonra iki yıl tıp öğrenimi gördüyse de öğrenimini yarıda bırakıp yeni hayaller peşinde Rio de Janerio'ya gitti. Orada ilk işi, hafif sıklet boks antrenörlüğü oldu. Yaşamı boyunca çeşitli işlerde çalıştı. Bu, onun yazarlığına büyük katkılar sağladı. Değişik ortamlarda, değişik koşullarda değişik insanları tanıdı. İyi bir gözlemci ve usta bir yazarın elinde bütün bu yaşananlardan pek çok roman çıktı ortaya. İlk kitabı Yaban Muzu'dur (1940). Sonraki romanı Beyaz Toprak, çok beğenildi. Daha sonra Evden Uzakta (1949), Sular Çekilince (1931), Kırmızı Papağan (1953) ve Ateş Çizgisi (1955) adlı romanlarını yazdı. Kayığım Rosinha (1961) ile ününün doruğuna çıktı. Ama onu dünyaya tanıtan kitabı Şeker Portakalı (1968) oldu. Bu romanı on iki günde yazdığını açıklayan yazar, "Ama onu yirmi yıldan fazla taşıdım yüreğimde" der. Bu kitaptaki küçük Zezé'nin serüvenleri, Güneşi Uyandıralım (1974) ve Delifişek adlı romanlarında devam ediyor.

"Ağlamak kötü bir şey mi?"
"Ağlamak hiçbir zaman kötü değildir, budala. Neden sordun?"
"Bilmiyorum. Bir türlü alışamadım. Sanki yüreğim boş bir kafes..."  (sf.77)

"Erken kalkıyorum ve Serginho'nun bahçesinin oradan geçiyorum. Bahçe kapısı aralık olduğundan hemen içeri girip bir çiçek çalıyorum. Ama o kadar çok çiçek var ki, fark edilmez."
"Evet, ama bu yine de doğru bir şey değil. Yapmaman gerekir. Bir soygun yapmıyorsun elbette, ama yine de küçük çapta bir 'hırsızlık' sayılır."
"Hayır, bayan Cecilia. Yeryüzü, Ulu Tanrı'nındır değil mi? Yeryüzündeki her şey de Ulu Tanrı'nındır öyleyse. O zaman, çiçekler de..." (sf.85)

"En acısı da, balonumun başına gelenler. Ne güzel olacaktı. Luis'e sor istersen."
"Eminim. Çok çok güzel olacaktı. Ama sen merak etme. Yarın Dindinha'lara gideceğiz ve ipek kâğıdı alacağız. Dünyanın en güzel balonunu yapmana yardım edeceğim. O kadar güzel olacak ki yıldızlar bile kıskanacak."
"Boşuna zahmet etme, Godoia. En güzeli ilk yapılan balondur. İlki başarılı olmazsa bir daha yapamaz insan ya da yapmak istemez." (sf.151)

Çocukların yaraları çabuk kabuk bağlar. (sf.153)

"Ne diyorsun sen, küçük; babanı mı öldüreceksin?"
"Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bir gün büsbütün ölecek." (sf.164)

Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi. (sf.190)


Perşembe, Mart 28, 2013

Kent ve Köpekler ~ Mario Vargas Llosa

Çeviren: Roza Hakmen
Özgün Adı: La cuidad y los perros
Özgün Dili: İspanyolca
Kapak Tasarımı: Ayşe Çelem Design
Kapak Resmi: Paul Gauguin
Yayın Yılı: 3.Basım / Nisan 2011
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 447

ARKA KAPAK:





Ünlü Perulu yazar Mario 
Vargas Llosa, iktidar yapılarını
çözümleyen, bireysel direnişleri,
isyan ve yenilgileri dile getiren
eserleriyle 2010 Nobel Edebiyat
Ödülü'nün sahibi oldu.

Türk okuru, Peru'nun en büyük romancısı, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi Mario Vargas Llosa'yı Kent ve Köpekler romanıyla tanıdı. Roman, yazarına İspanyolca yazan yazarlara verilen en saygın ödüllerden biri olan 1964 La Critica Ödülü'nü getirmişti.

Llosa'nın yirmi üç yaşındayken yazdığı Kent ve Köpekler'de iki ayrı dünya iç içe girer, birbiriyle çarpışır ve birbirini tamamlar. Olay, Peru nüfusunun üçte birini barındıran dört milyonluk başkent Lima'da, bir askerî kolejde geçer. Bu okulda iki zorlu yıl geçiren yazarın kişisel deneyimleri, anlatılanın nesnelliğini sağlamakta, inandırıcılığını artırmaktadır. Bu kolejin başlıca özelliği, zengin-yoksul, beyaz- kızılderili, siyah-melez, burjuva-halk çocuklarının ve suçlu çocukların bir arada bulunmasıdır. Merkezinde "gerçek erkek" olma eğitiminin yer aldığı bu olaylar dizisinde bütün Latin Amerika toplum yapısına göndermeler vardır.

Yalnızlığa ve aşağılanmalara katlanabilirdi, onlara çocukluğundan beri alışıktı ve bunlar yalnızca yüreğini yaralıyordu; asıl korkunç olan, bu hapsoluştu, dışarıdan kendisine zorlanan, kendi seçmediği, deli gömleği gibi zorla giydirilmiş sonsuz yalnızlıktı. (sf.150)

Aşktan daha kötü bir şey yoktur. İnsan gerçekten aptala döner ve kendini kaybeder. Her şey altüst olur, insan her türlü çılgınlığı yapabilir, bir anda hayatını mahvedebilecek bir şey yapabilir. (sf.335)

Rahat bir vicdanla kendine cennette bir yer edinirsin, ama orduda değil. (sf.384)

"İnsanlar nasıl da intihar ediyorlar şaşıyorum", dedi. "Git evlen bakalım, gelecek pazartesi saat tam sekizde burada ol." (sf.444)

Çarşamba, Şubat 13, 2013

MATİLDA ~ Roald Dahl

Çeviren: Lale Akalın
Resimleyen: Quentin Blake
Kapak ve İç Tasarım: Gözde Bitir
Yayın Yılı: 13.Basım / Aralık 2012
Yayın Evi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı:252



ARKA KAPAK:


Çok okuyan akıllı Matilda, annesiyle babasına ders vermeye kalkarsa...


Matilda, kitap okumayı deli gibi seven, çok zeki bir kızdır. Anne-babası ise, onun işe yaramaz bir baş belası olduğunu düşünmektedir. Oysa kendileri, yalnızca televizyon izlemek ve insanları aldatarak para kazanmakla ilgilenen insanlardır. Derken Matilda annesiyle babasına güzel bir ders vermeye karar verir.
  • Anneler ve babalar ilginçtir. Kendi çocukları akla gelebilecek en berbat kişi olsa bile, onun harika biri olduğuna inanırlar. (sf.9)
  • Bir erkeği akşam işten eve dönüşünde gergin yapan birçok şey vardır ve duyarlı bir kadın fırtınanın belirtilerini fark eder, yatışıncaya kadar kocasını rahat bırakır. (sf.40)
  • Bir şeyin üstesinden gelmek istiyorsan, hiçbir şeyi yarım yamalak yapma. Cüretli ol, sonuna kadar git. Yaptığın her şeyin inanılmayacak kadar, yani tam anlamıyla çılgınca olmasına dikkat et. (sf.124)
  • Başöğretmen, yaşamın tüm hedefi, ileri gitmektir. (sf.230)

Cuma, Ocak 18, 2013

BİR İNTİHAR EFSANESİ ~ David Vann

Çeviren: Esra Birkan
Özgün Adı: Legend of a Suicide
Kapak Tasarımı: Ayşe Çelem Design
Kapak Resmi: iStockphoto.com
Yayın Yılı: 1.Basım / Kasım 2012
Yayın Evi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 238

ARKA KAPAK:






David Vann, Alaska
coğrafyasından çarpıcı
manzaralar aktararak
günümüz insanının trajedisini
ortaya çıkarabilen bir yazar.

Jim tekrar Roy'un yanına oturup onu seyretti. Hâlâ aynıydı, tamamen aynı. Biraz öteye fırlayan 44'lük Magnum'u eline aldı. Namluyu kendi kafasına dayadı, fakat indirip manyak gibi gülmeye başladı. Kendini öldüremiyorsun bile, dedi kendi kendine yüksek sesle. Sadece kendini öldürme oyunu oynuyorsun. Önündeki elli yıl boyunca ayık kalıp her dakika bunu düşüneceksin. Senin payına düşen bu.

Hayatta herkesin payına düşen acı vardır. Ölüm başı çeker. Hele insanın yaşamına farklı bir yoldan girdiyse... İntihar eden babaya duyulan özlem, sadece öfke duygusuyla bastırılabilir. Ne hesap sorulabilir ona, ne de anlamaya çalışılır. Ama gün gelir, yazar, alıp kalemi eline bedel ödetir bırakıp gidene; altından kalkamayacağı bir acı yükleyerek...

Bir İntihar Efsanesi, Caribou Adası'yla tanıdığımız Amerikan edebiyatının genç yıldızı David Vann'ı dünya çapında üne kavuşturan kitap. Gerçekle kurmacanın çok ince bir çizgiyle ayrıldığı, insanı, farkına varmadan ya da varmak istemeden alıp götüren öyküler...

"Bir İntihar Efsanesi, adının vurguladığı gibi kişisel bir mitosu irdeleyerek, dağılmış bir ailenin geçmişine uzanıyor, o geçmişi yeniden sorguluyor ve yeniden kurguluyor."

Stewart O'Nan, Kayıplar İçin Türküler'in yazarı
  • Fazla yükseklere çıkmadığımız için düşecek bir yer de yoktu. (sf.22)
  • -ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, çünkü bir ölümden sonra zaman durur, zamanın geçtiği hissi kaybolur- (sf.23)
  • Roy uykuyu beklerken, ölüme çok yaklaşıp kıl payı kurtulan insanların hissettiğini zannettiği o ruh hafifliğini hiç hissetmedi. Sadece yorgunluk ve biraz da keder hissediyordu, sanki orada bir şeylerini kaybetmişlerdi. (sf.127)
  • Bak, dedi babası. Erkek sadece kadının eklentisidir. Kadın tek başına tamdır zaten ve erkeğe ihtiyacı yoktur. Ama erkeğin ona ihtiyacı vardır. O yüzden kararları kadın verir. Fakat kuralların hiçbir anlamı yoktur, çünkü kurallar durmadan değişir. Kurallara karar veren de yine kadındır zaten. (sf.132)
  •  Kendini öldüremiyorsun bile, dedi kendi kendine yüksek sesle. Sadece kendini öldürme oyunu oynuyorsun. Önündeki elli yıl boyunca ayık kalıp her dakika bunu düşüneceksin. Senin payına düşen bu. (sf. 140)
  • Aslında hayat bir sürü hayatmış gibi geliyor bana, hepsi bir araya gelip upuzun bir hayat oluşturuyor. O zamanki hayatımın şimdiyle hiç alakası yoktu. Başka biriydim. Sanırım beni üzen şey ve bunları gündeme getirmemin sebebi, senin başka hayatlar yaşayamayacak olman. En fazla iki ya da üç hayatın olmuştur. Ketchikan'daki çocukluğun, bir de boşanmadan sonra annenle California'daki hayatın. İki etti. Belki de benimle buradaki hayatın da üçüncünün başlangıcıydı. Ama kendini öldürdün işte, seni öldüren ben değilim, o yüzden de böylesin. (sf.175)
  • Acıyı katlanılır kılan şey abesliktir. (sf.213)
  • Hatıraların, gerçekte olduklarından daha zengin olduklarını anladım; geçmişe yolculuk insanı hatıralarına yabancılaştırır sadece. Hayatımızı, hatta kendimizi hatıraların üzerine kurmuşsak eğer, eve dönüş bunu da alır elimizden. (sf.216)
  • ne de olsa bir yalancı, başka bir yalancıyı gözünden tanır. (sf.233)

Pazartesi, Aralık 31, 2012

DİZBOYU PAPATYALAR ~ Tomris Uyar

Kapak Resmi: Raoul Dufy
Yayın Yılı: 1990
Yayın Evi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 110
ARKA KAPAK:

Dizboyu Papatyalar, değerli yazarımız Tomris Uyar'ın öykü kitaplarından biri. Bu kitaptaki öykülerde, hangi sınıftan gelirlerse gelsinler, yaşadıkları baskılara boyun eğmeyen bireylerle onların uyumlu sınıfdaşlarının kişilik ve değer çatışmalarını bulacaksınız. Tomris Uyar'ın o her zamanki yalın, süssüz anlatımı içinde kendine özgü kurgulama ustalığıyla yarattığı bu öyküler, edebiyatımızın kalıcı yapıtları arasında çoktan yerini almıştır.

  • O kadar yalnızdık ki canım ablam, bir gök parçası vardı baktığında, bir küçük tarla, bir de ablamla ben. Allahı boşver. O gözetse serçeleri gözetir kış günleri yem bulduraraktan ki bize yaramaz. Hiçbir zaman serçe olmadım ki canım ablam, gözetilmedim ki. Kopardım aldım evelallah. Her şey karşılıklı olmalı. (sf.7)
  • Elbet çayla olmuyor bu üstbaş, şu takım elbiseler. Boşuna geçinmiyoruz şu dünyada. Yaşayıp da... O yüzden diyorum ya, ömrümüz kısa olsun daha iyi. Trafik daha az aksar biz olmazsak, arabalılar da daha az çekinir. Yırtına bozula düzelecek bu dünya ama biz yetişemeyeceğiz nasılsa. (sf.8)
  • İnsanı önce kendi soyu yer bitirir, kendi cinsi yağmalar. (sf.57)
  • Yoksullar, zaten güç kalıyor hayatta hanım kızım, güçlükle büyüyor, güç de inanıyor bu yüzden. (sf.58)
  • Başkentin çalışan kadınları ne kadar da aykırı düşerler günışığına! Hele iktisadi bağımsızlığı sevgisizlikle, bencillikle karıştıranlar... Bin güçlükle sararttıkları saçları çabucak parlaklığını yitirir, göz altları torbalanır. Bu yaştaki bir oğlanın gözünde "biçimli"dirler yalnız. Memeleri yassıdır, boyunları pörsük, elleri damarlıdır. Öğle yemeklerini sandviçlerle, kebaplarla ayaküstü geçiştirirler. Bu sıkı perhizden biriken parayı, gençişi bluzlara, ekose eteklere yatırırlar. Özellikle kırk yaşından sonra, "Bir sosisli, bir ayran lütfen!" diyerek kasaya uzanırken büsbütün tizleşir sesleri. Hayır kurumlarında görev alırlar o zaman. Kulüplerde toplanıp akşamları, sanat üstüne konuşurlar. Genç aktörlerle şakalaşırlar. Gün ışığından kaçmaya başlarlar. (sf.68/69)
  • Tıpatıp sana benzerdi, adı da senin adın ama kimselere inanılmaz ki. İnandın mı, sevdin mi, başına biner insanlar. (sf. 104)

Çarşamba, Mayıs 23, 2012

Yeşil Parmaklı Çocuk ~ Maurice Druon

Çeviren: Elâ Güntekin
Resimler: Maurice Druon
Yayın Evi: Can Yayınları
Yayın Yılı: 1984
Sayfa Sayısı: 110

ARKA KAPAK

Yeşil Parmaklı Çocuk, ünlü Fransız yazarı Maurice Druon'un çocuklar için yazdığı tek öyküdür. Bu kitap bugün çocuk klasikleri arasında yer almaktadır. Bu kitapta anlatılan Yeşil Parmaklı Çocuk, başka çocuklara hiç benzemez. Hiç tükenmeyen ilgileri ve amansız öfkeleriyle, büyüklerin kalıplaşmış davranış ve alışkanlıklarına karşı çıkar. Hastalıklar, umutsuzluklar, kısıtlanmış özgürlükler ve savaşlar onu her zaman şaşırtır. Ve Yeşil Parmaklı Çocuk'un gizli ama çok işe yarayan bir gücü vardır: Elleri. Dokunduğu her şeyi yeşillendiren, çiçeklendiren bir güç. İşte bu gücüyle dünyadaki tüm kötülükleri yenik düşüren bu çocuğu çok seveceğinize inanıyoruz.



*

  • Kaygı, uyanır uyanmaz göğsünüzü sıkıştıran ve gün boyu yakanızı bırakmayan, acı bir duygudur. Kaygı, odalara girmek için iğne deliğinden bile süzülür, rüzgârla birlikte yaparakların arasına uçuşur, kuşların şakımalarına tüner, zillerin telleri boyunca bir o yana bir bu yana koşar durur. (sf.19)
  • Yaşam aslında en iyi okuldur. (sf.22)
  • İnsanın aklına takılan bir düşünce zamanla karara dönüşür. Karar ise, uygulanmaya konmadan, insanın içi rahat etmez. (sf.36)
  • Büyüklerin bir huyu vardı: açıklanması olanaksız şeyleri ne pahasına olursa olsun açıklamak isterler.
    Onları şaşırtan her şeyden yedirgin olurlar. Dünyada yeni bir olay mı var, tuttururlar, daha önceden bilinen başka bir olayla benzerşiğini kanıtlayacağız diye. (sf.41)
  • "Kutuda sardalya gibi yanyana, ışıksız yerlerde yaşamaktan renkleri solmuş bu insanların. Ben de kutuda sardalya olsam mutlu olmazdım." (sf.47)
  • "İnsan mutsuz olduğunu anlamak için önce mutluluğu tatmış olmalı." (sf.54)
  • "Söyle bakalım Tistu, bu gün neler öğrendin? Tıp konusunda ne biliyorsun?
    Tistu şöyle yanıt verdi:
    "Tıbbın, acı çeken bir yürek karşısında çaresiz kaldığını öğrendim. İyileşmek için insanda yaşama isteğinin olması gerek. Doktor amca, insanlara umut veren haplar yok mudur?" (sf.56)
  • Arada bir, bir Bay çıkar ortaya, açıklanamayan olayların bir bölümünü açıklığa kavuşturur. Büyüklerin ilk işi, bu gibi kişileri alaya almaktır. Bay Trounadisse'in düzeni bozdukları gerekçesiyle, bu gibileri kulaklarından tuttukları gibi deliğe tıktıkları da görülmüştür. İş işten geçince, yani adam öldükten sonra haklı olduğunu anlayıp anısına bir anıt dikerler. Bu gibi kişilere "Dâhi" denir. (sf.59)
  • Savaşta herkes bir şeyler yitirir. (sf.71)
  • İnsanlar tanımadıkları kişilerin başına gelen yıkımları doğal karşılarlar. (sf.93)
  • Oğulları büüklerin düzenini bozup başları derde girdiğinde, anneler kendilerini hep bir parçacık suçlu bulurlar. (sf.94)
  • Oysa kimse kimsenin içyüzünü bilemez. (sf.97)
  • Her yaşamın sonunda ölüm vardır. (sf.100)
  • Ama bilmeceler ölüme vız gelir. Bilmeceyi soran ölümün kendisidir. (sf.102)
  • "Ölüm varken insanların birbirlerine durmadan kötülük etmeye çalışmaları aptallık değil de nedir?" (sf.103)

Salı, Mayıs 01, 2012

Hayvan Çiftliği - George Orwell

Çeviren: Celâl Üster
Orijinal Adı: Animal Farm
Kapak Tasarımı: Erkal Yavi
Kapak Resmi: Friedrich Karl Waechter
Yayın Yılı: 19. Basım / Ekim 2009
Yayın Evi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 158

ARKA KAPAK


İngiliz yazar George Orwell (1903 - 1950), ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki "reel sosyalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında "yergi" türünün başyapıtlarından biridir.

Hayvan Çiftliği'nin kişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirler. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olanlar domuzlar; kısa sürede önder bir takım oluştururlar, devrimi de onlar yolundan saptırırlar. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık.

George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir elbette; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.

*
  • Dünyaya geldikten sonra yaşamamıza yetecek kadar yiyecek verirler; ayakta kalanlarımızı canı çıkana kadar çalıştırırlar; işlerine yaramaz duruma geldiğimizde de korkunç bir acımasızlıkla boğazlarlar. İngiltere'de bir yaşına geldikten sonra, hiçbir hayvan mutluluk nedir bilmez, hiçbir hayvan dinlenip eğlenemez. İngiltere'de hiçbir hayvan özgür değildir. Hayatımız sefillikten, kölelikten başka nedir ki! İşte tüm çıplaklığıyla gerçek budur. (sf.22)
  • İnsan'a karşı savaşırken sonunda ona benzememeliyiz. Onu alt ettiğiniz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını benimsemeye kalkmayın. Hiçbir hayvan asla bir evde yaşamamalı, yatakta yatmamalı, giysi giymemeli, içki ve sigara içmemeli, paraya el sürmemeli, ticaretle uğraşmamalı. İnsan'ın bütün alışkanlıkları kötüdür. Ve en önemlisi, hiçbir hayvan kendi türünden olanlara zorbalık etmemeli. Güçlüsü güçsüzü, akıllısı akılsızı, hepimiz kardeşiz. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmemeli. Bütün hayvanlar eşittir. (sf.25)
  • Gençleri eğitmenin, yetişkinler için yapılabilecek herhangi bir şeyden çok daha önemli olduğu kanısındaydı. (sf.50)
  • Hangisinin daha korkunç olduğunu kestiremiyorlardı: Snowball'la birlik olan hayvanların ihaneti mi, yoksa az önce tanık oldukları acımasız misillemeler mi? (sf.102)
  • Düşüncelerini dile getirebilse, yıllar önce insan soyunu alaşağı etmek üzere yola çıktıklarında, hedeflerinin asla bu olmadığını söyleyecekti. Koca Reis'in ilk Ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri, bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? (sf.103)
  • O günden sonra İngiltere'nin Hayvanları şarkısı bir daha hiç duyulmadı. (sf.107)
  • Ama gene de, öyle günler oluyordu ki, daha az rakam dinleyip daha çok yemek yiyeceğimiz günleri ne zaman göreceğiz, diye düşünmeden edemiyorlardı. (sf.109)
  • Bu dünyada açlık ve yokluk içinde yaşıyorlardı; başka bir yerlede daha iyi bir dünyanın bulunmasından daha doğru, daha anlaşılır ne olabilirdi? (sf.132)
  • Bazen, taşocağına çıkılan yamaçta, iri bir kaya parçasının altında kasları titrediğinde, onu ayakta tutan tek şey kararlılığı oluyordu. (sf.133)
  • Sonunda, Clover, "Gözlerim artık iyi görmüyor," dedi. "Gerçi gençken de doğru dürüst okuyamazdım ya. Ama bana öyle geliyor ki, yazılarda bir değişiklik var. Yedi Emir eskisi gibi duruyor mu, Benjamin?" (sf.146)
  • BÜTÜN HAYVANLAR EŞİTTİR
    AMA BAZI HAYVANLAR
    ÖBÜRLERİNDEN DAHA EŞİTTİR (sf.147)
  • İçeride on ikisi de öfkeyle bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu. Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyor, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı. (sf.158)

Salı, Mart 13, 2012

Veronika Ölmek İstiyor ~ Paulo Coelho

Çeviren: Haldun Pamir
Orjinal Adı: Veronica Decide Morrer
Kapak Resmi: Rubén Hidalgo
Kapak Tasarımı: Erkal Yavi
Yayın Evi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 205

  • "Tanrı varsa,ki ben olmadığına gerçekten inanıyorum,insan aklının sınırları olduğunu da bilir.Yoksulluğu,haksızlığı,açgözlülüğü,yapayalnızlığı,bütün bu karmaşayı o yaratmadı mı? Mutlaka çok iyi niyetlerle girişmiştir bu işe,ama sonuçlar bir felaket.Tanrı varsa,bu dünyayı erkenden terk etmeyi seçen yaratıklara karşı cömert davranacaktır,hatta bizleri burada vakit harcamaya zorladığı için özür bile dileyebilir." (sf.18)
  • Yaşamı boyunca pek çok kez fark etmişti Veronika,tanıdığı bir sürü insan başkalarının başına gelen korkunç olaylardan sanki gerçekten üzgünmüş ve yardım etmek istiyorlarmış gibi söz ederlerdi,ama işin gerçeği,başkalarının acılarından zevk aldıklarıydı;çünkü böylece kendilerinin mutlu ve şanslı olduklarına inanabiliyorlardı.(sf.36) 
  • "Deli olmak ne demek,bilmiyorum," diye fısıldadı."Ama deli olmadığımı biliyorum.Başarısız bir intihar girişimi benimkisi,hepsi bu."
    "Kendi dünyasında yaşayan herkes delidir.Şizofrenler,psikopatlar,manyaklar.Yani,başkalarından farklı olanlar."
    "Yani,senin gibiler mi?"
    Zedka soruyu duymazdan gelerek devam etti: "Öte yandan bir Einstein var,zaman ile uzamın ayrı şeyler değil bir karışım olduğunu söylüyor.Ya da bir Kristof Kolomb,dünyanın öte ucunda bir uçurum değil başka bir kıta olduğunu ileri sürmüş.Ya da,insanoğlunun Everest'in zirvesine ulaşabileceğine inanan bir Edmond Hillary var.Sonra Beatles,bambaşka bir müzik yarattılar,eski çağlardaki insanlar gibi giyindiler.Bütün bu kişiler ve daha binlercesi hep kendi dünyalarında yaşadılar." (sf.41)
  • Birinin bir vakitler dediği gibi yapacağı tek şey deliliğini denetim altında tutmaktı.Her normal insan gibi ağlayabilir,telaşlanabilirdin,ruhunun yukarılarda bir yerde bu kötü durumlara gülerek baktığını unutmaman yeterliydi. (sf.60)
  • "Çok doğru.Bu kez sana öykü anlatmayacağım.Deli olmak,düşüncelerini iletmekten aciz olmak demek.Sanki yabancı bir ülkedesin,çevrede olup biten her şeyi görüyor,anlıyorsun,ama istediğini anlatmaktan,dolayısıyla da yardım bulmaktan umutsuzsun,çünkü orada konuşulan dili bilmiyor,anlamıyorsun."
    "Hepimiz hissetmişizdir bunu."
    "Hepimiz şu ya da bu biçimde deliyiz zaten." (sf.67/68)
  • İşte bu nedenle,acılaşan insanlar için,ünlü kahramanlar da,deliler de bitmez tükenmez bir merak kaynağıdır;çünkü onlarda yaşam korkusu da yoktur,ölüm korkusu da.Kahramanlar olsun,deliler olsun tehliklere aldırmaz,kim ne derse desin bildiklerini okurlar.Deli intiharı seçer,kahraman bir dava uğruna kendini feda etmeyi,ama ikisi de ölür.Bu arada acılaşmış kişi her ikisinin de saçmalığını ve görkemini yorumlamaya çalışmakla geçirir gecesini,gündüzünü.Acılaşmış kişinin özsavunması için yükselttiği duvara tırmanıp dış dünyaya bir göz attığı anlarda olur bu.Derken elleri,ayakları yorulur,yeniden geriye,günlük yaşamına döner. (sf.93)
  • Keşke herkes kendi içsel deliliğini bilse ve onunla birlikte yaşamayı öğrense.Dünya daha kötü bir yer mi olurdu?Hayır insanlar daha yürekli,daha mutlu olurlardı. (sf.135)
  • "Hayır.Siz farklı bir insansınız,ama herkes gibi olmak istiyorsunuz.Bu da,bana kalırsa,ciddi bir hastalıktır." (sf.167)

    Perşembe, Şubat 23, 2012

    Ressamın Elkitabı ~ José Saramago


    Çeviri: Şemsa Yeğin
    Orijinal Adı: Manual de Pintura e Caligrafia
    Kapak Tasarımı: Ayşe Çelem Design
    Kapak Resmi: Ernest Ludwig Kirchner
    Yayınevi: Can Yayınları
     Sayfa Sayısı: 257





     



  • "Bu adam kim?" Hiçbir ressam kendisine bu soruyu sormamalıdır,oysa ben,yapılmaması gerekeni yapıyordum.Bu bir ruhçözümlemeciden,hastasına olan ilgisini biraz daha artırmasınu istemek kadar tehlikelidir;bu çaba doktoru uçurumun kenarına ve kaçınılmaz düşüşe götürebilir.Her resim uçurumun bu tarafında yapılmalıdır,kanımca aynı şey ruhçözümlemeci için de geçerlidir. (sf.21)
  • Bildiğim tek şey,bilmemeyi dayanılmaz bulduğumdur. (sf.22)
  • Zengin erkek hiçbir zaman görmez,fark etmez,sadece bakar ve sigaranın paketten yanmış olarak çıkmasını beklermiş havalarında sigarasını yakar.Zengin erkek,öfkelenmiş sigara yakar,yani zengin erkek,bu işi onun yerine yapacak kimse bulunmadığından sigarasını yakarken öfkelidir. (sf.24/25)
  • Resmini yaptığımda bu adamı yok etmek istedim,ancak yok etme yetisinden yoksun olduğumu gördüm.Yazmak,ikinci bir yok etme girişimi değil de bütün dişlileri ölçüp biçerek,milleri milim milim kontrol ederek,yayların sessiz alçalıp yükselişini ve madeni parçaların içindeki moleküllerin ritmik titreşimlerini iyice gözden geçirerek her şeyi kendi içinde yeniden inşa etme girişimi oluyor. (sf.26/27)
  • En iyi insanlık tarihi,yerden bütün tohumları elin tek bir hareketiyle avuçlayan,sonra da zamanın değişik evrelerini,avucunun içindeki bu olgun,ancak ekmek haline gelmekten henüz çok uzak bulunan tohumları göğe doğru ya da tam gözlerimizin düzeyine kaldıran bir tarih olurdu. (sf.29)
  • Canlıyken aynı şey insanlar için de geçerlidir (öldükten sonra,yaşarken kim olduğunu anlamak artık olanaklı değildir) : İnsana bir ad vermek,onu yeryüzündeki yolculuğunun belli bir ânında,belki dengesini bozarak hareketsiz hale getirmek,onu bir başka şekilde sunmaktır. (sf.30)
  • Ne var ki,bazen bir hareketin orta yerinde,artık dışarıda olmadığımızı,ama gene de içeride bulunmadığımızı anladığımızda müthiş bir acı duyuyoruz. (sf.35)
  • Söz aramızda,hiçbir şey bizim malımız değil,ama kendimizden çok başkalarına ait olan bir şeyi kullanırken kendimizden emin ve rahat görünmemiz uygun düşer,çünkü her zaman için daha bile azına sahip biri vardır. (sf.39)
  • Şu andaki ben,bir an önceki benden tümüyle farklıdır,zaman zaman tam tersi bir ben vardır,ama ne olursa olsun,her zaman için farklıdır.Dolayısıyla geçmişin ölü olduğuna (geçmişin geride kaldığına,demek yeterli olmaz burada) inanıyorum.Şu ana dek kadınım olmuş olan kadınlar artık ölü,ne kadar çok sevmişsem o kadar ölüler hem de.Ama hiçbirini,benim de bir parçamın onlarla birlikte ölmesine yetecek kadar sevmedim. (sf.51)
  • Karşılıklı sadakat ihtiyacı bir yük haline gelmediği sürece ilişki yürür,bu sözsüz anlaşma bozulduğu anda ilişki zaten bitmiştir.(sf.51)
  • Bizler,tıpkı resmin anlamdan yoksun olduğu gibi,fikirden yoksunuzdur;herkes,her şey,aynı suça ortaktır,aynı yanlışlara göz yummuş,aynı ikiyüzlü davranışlarda bulunmuştur.(sf.55)
  • İnsan davranışları bir varsayımlar dünyasında yaşamlarını sürdürürler. (sf.59)
  • Portre ressamı olan herkes kendi portresini yapar.Dolayısıyla önemli olan model değil ressamdır ve bir portre ancak ve ancak ressamının taşıdığı değer kadar değer taşır,daha fazla değil. (sf.85)
  • Hayatta aradığını bulamayan bir insanın - yanlış yolu tutmuş ve yanlış adı seçmiş birinin- başına her zaman geldiği üzere yolda ölmeyeyim sakın. (sf.86)
  • Belki de hiçbir yaşam anlatılamaz,çünkü yaşam,okunmak ya da bakılmak üzere açıldığı ya da soyulduğu anda toza dönüşüp ortadan yok olan bir kitabın birbiri üzerine binen sayfalarına ya da bir resmi oluşturan,üst üste sürülmüş boya tabakalarına benzer.(sf.98)
  • Doğmuş olduğumda,ölümümün başlangıcında dünyaya gelmiş bulunuyordum,dolayısıyla neredeyse ölüydüm.(sf.101)
  • İnsanın gerçek doğum yeri,onun kendisine ilk kez aklıyla baktığı yerdir. (sf.102)
  • Bende ölüme karşı,yani ölüme değil de ölmeye karşı bir tutku var (ya da delikanlılığımdan beri var.) Bunu böyle pat diye söylemem doğru mu,bilemiyorum,insanın korkaklığını itiraf etmesinden kimse hoşlanmaz... (sf.110)
  • Ölüm ve ölmek sözcükleri beş kez geçmiş metnimde,oysa insan bir kez ölür. (sf.111)
  • Çünkü beyaz yoktur,bir ressam olarak bunu öteden beri bilirim.Sadece var olan şey var olabilir.(sf.111)
  • Kendime, "Onların görüşleri beni etkilemez," der gibiyim.Yeteneksiz insan bir dâhi kadar,hatta belki ondan da daha çok bağışıklık kazanmış durumdadır,ama bu,onun hayatının yararsız olduğunu göstermez.(sf.114)
  • Dünya yaşlandı,acı içinde. (sf.115)
  • Gerçek yalan bilinmeyendir,insanın normal olarak yalan diye adlandırdığı şey,düzebileceği yüz yöntemden yüzüncüsüne göre düzülmüş şey yalan değildir. (sf.119)
  • "İnsan insanların neye gereksinim duyduğunu ya da neyi anladığını bilemez ki." (sf.122)
  • Kahraman ve aziz yaratmanın pek çok yolu vardır: Asıl güçlük aralarında daha önceden hiçbir ilişki olmamış üç ya da dört vektörün optimal uzamda karşılaştığı o kısacık anda bu kahraman ya da azizleri keşfedebilmektir. (sf.133)
  • Don Kişot'u oynamaın tek bir yolu vardır; insanın ideallerini büyütmesi.Zamanın geçişini yavaşlatmanın tek bir yolu vardır: Başka birinin zamanını yaşamak. (sf.133)
  • Doğruyu söylemek gerekirse,yanlışlıkla yazdım,ama nereden bilebilirdim,çünkü insan ilk yazışında,her şeyi açığa vuran ama anlamak denen şeye asla izin vermeyen gizli bir dil kullanır.İlki olmaksızın ikinci dil,öyküyü anlatmaya elverişlidir,ikisi bir araya geldiğindeyse hakikati oluştururlar. (sf.134)
  • İki imgelem arasında,öncenin talep ettiği imgelem ile sonranın tehdit ettiği imgelem arasında yaşamöyküsü var,insan,kitap,resim var. (sf.137)
  • Yaşamla ölüm arasında,yaşam sözcüğünü oluşturan harflerle ölüm sözcüğünü oluşturan harfler arasında bunları yazmayı sürdürüyorum,daracık bir köprü üzerinde dengemi yitirmemeye çalışıyorum,kollarımı açmışım,havaya sımsıkı tutunmuşum,keşke hava daha yoğun olsaydı da düdşüş böylesine çabuk olmasaydı,olmayabilirdi,diyorum.(sf.138)
  • Kimse kendisine acımamalıdır.İnsana saygının ilk koşulu budur (Çelişki: Hiç kimse,kendisine acımadığı sürece başkasına acıyamaz.) (sf.142)
  • Park yeri bulmak hâlâ kolay,yol kenarlarındaki su olukları gene ortaya çıktı,sokaklar eski görünümlerine büründüler,trafik güçlük çekmeksizin ilerliyor.Ama ben yalnızım. (sf.143)
  • Bu kentlerden ayrılırken "İşte ben burada yaşamalıyım," diyorum kendi kendime.Böylece onlara duyduğum saygıyı dile getiriyorum.Ama şimdi içinde ölmek istediğim iki kente,Floransa ve Siena'ya yaklaşıyorum.Bu isteğim daha da büyük bir saygıyı dile getiriyor. (sf.152)
  • İnsanlar âşık olabilir,çok acı çekebilir,ama bunun bir anlamı olmalıdır. (sf.154)
  • "Bazı durumlarda sessiz kalmak yalan söylemek anlamına gelir." (sf.164)
  • Ağlamak hiç değişmiyor. (sf.166)
  • Bazen ana-babalar son derece ahmak olabiliyor. (sf.177)
  • Birinin dostu olmak kolay değildir.Demek istediğim,biriyle olan dostluğumuzun derecesini hiçbir zaman bilemeyiz. (sf.181)
  • Zayıflıklarından ötürü küçük görmemeliyiz insanları.İnsan hastayı avuturken kendisini çok sağlıklı hisseder,aptalla konuşurken de çok akıllı. (sf.182)
  • Bence insanlar yaptıklarıyla ölçülmeli,bu da kendimi beğenmeyişimin nedenini açıklıyor.Ama bazı koşullarda insanlar söyledikleri ya da söylemiş olduklarıyla da ölçülebilir.Bir şey söylediler mi,hem kendi gözlerinde hem de başkalarının gözlerinde istediklerinden fazla ödün vermek durumunda kalıyorlar.Konuşmak aynı zamanda yapmak ya da en azından herkese karşı bir şey üstlenmek demek. (sf.188/189)
  • Daha doğarken iki büklüm geliyoruz dünyaya.Üst üste binmiş cetveller gibi sıkıştırılmış ve küçültülmüş durumdayız.İçimizde iç metre var ama hareket alanımız bir karışı geçmiyor. (sf.197)
  • İnsanın -ayakları çizmeye göre fazla küçük olsa bile- babasının çizmelerini ayağına geçirmesi de insan olmanın bir yoludur. (sf.201)
  • Ölüleri bir kenara bırakıyorum,ama onları unutmayacağım.Onları unutmak,sanıyorum ölümün ilk belirtisi olurdu. (sf.203)
  • İnsanları birbirlerinden ayıran bu uzayda ben ne yapıyorum? (sf.224)
  • Bir şeye karşıyım.Ama neye? (sf.228)
  • Ancak,çok farklı olan insanlar aynı zamanda çok benzerdirler,ülkelerin her biri,bu farklılıkların ve benzerliklerin bir bileşimidir,zaman zaman sınırların ve çağların ötesinde çakışan,zaman zaman birlikte birbirini arayan,hatta kovan sonsuz bir birleşmedir bu. (sf.229)
  • Zamanın sadece zamana gereksinimi vardır. (sf.233)
  • Yıllar ve deneyim,sözcükleri kullanmada dikkatli olmayı öğretiyor bize.Yanlış kullanıyoruz,farkında olmadan öne çıkarıyoruz,sonunda bir gün eski giysiler gibi lime lime olduklarını görüyoruz,bir zaman sürekli onarıldığını belli etmemek için her fırsatta ustalıkla kırpılan paçaları iplik iplik olan eski pantolonu giyerken utandığımız gibi utanıyoruz. (sf.254/255)
  • Kusursuzluk,çok kısa bir süre için vardır.Değil kalmak,oyalanmak bile ona göre değildir. (sf.259)
  • "Devam ediyoruz.Bu nehir gibi bir şey.Suyu azdır,çoktur,ama akar.Hepimiz aşağı yukarı böyleyiz,durmadan gideriz." (sf.266)
  • Onu kendime çektim ama ne bluzunu açtım ne de eteğini kaldırdım.Sadece dünya Samanyollarıyla tıklım tıklım doluncaya dek öpüştük. (sf.267)
  • 1984 ~ George Orwell

    Çeviri: Celâl Üster
    Orijinal Adı: Nineteen Eighty-Four
    Kapak Tasarımı: Ayşe Çelem Design
    Kapak Resmi: Daniel Brunner
    Yayın Evi: Can Yayınları
    Sayfa Sayısı: 350
    • Gelecekle nasıl iletişim kurulabilirdi ki?Doğası gereği olanaksızdı.Gelecek ya şimdiye benzeyecekti,ki o zaman ondan haberi bile olmayacaktı ya da şimdiden farklı olacaktı,ki o zaman da içinde bulunduğu durumun hiçbir anlamı kalmayacaktı. (sf.31)
    • Ses hiç kesilmeden sürüyordu.Winston bir an kendine geldi ve ötekilerle birlikte bağırıdığını,topuklarını var gücüyle iskemlenin basamağına vurduğunu fark etti.İki Dakika Nefret'in en korkunç yanı,insanın katılmak zorunda olması değil,katılmaktan kendini alamamasıydı.Otuz saniye sonra en küçük bir zorlamaya gerek kalmıyordu.Tüm topluluk,elektrik akımına kapılmışçasına,ürkünç bir kin ve nefretle azgınlaşıyor,öldürme,işkence yapma,yüzleri bir balyozla yamyassı etme isteğine kapılıyor,insanlar ellerinde olmadan yüzleri kaskatı kesilerek çılgınlar gibi bağırıp çağırıyorlardı.Ama yine de,duyulan öfke,bir pürmüzün alevi gibi bir nesneden öbürüne yöneltilebilen,soyut,kimseyi hedef almayan bir duyguydu. (sf.38)
    • Kimi zaman,insanın birine duyduğu nefreti bile isteye bir başkasına yöneltmesi de olasıydı. (sf.39)
    • Duygularını gizlemek,aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek,herkes ne yapıyorsa onu yapmak,içgüdüsel bir tepkiydi. (sf.41)
    • "Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız." (sf.49)
    • Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında,hiçbir şey sizin değildi. (sf.51)
    • Her davranışın sonuçlarını,o davranışın kendisi doğurur.(sf.52)
    • Parti geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa,bu hiç kuşkusuz işkenceden de,ölümden de beter bir şeydi.(sf.58)
    • "Geçmişi denetim altında tutan,geleceği de denetim altında tutar;şimdiyi denetim altında tutan,geçmişi de denetim altında tutar." (sf.59)
    • Yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından. (sf.72)
    • "Bağlılık,düşünmemek demektir,düşünmeye gerek duymamak demektir.Bağlılık bilinçsizliktir." (sf.78)
    • İnsan bu durumun dayanılmaz olduğunu düşünüyorsa,bir zamanlar düzenin şimdikinden çok farklı olduğuna ilişkin anlıları olması gerekmez miydi? (sf.85)
    • Oysa çok kısa bir süre önce yalnızca birkaç yüz gırtlaktan yükselen çığlıkta yüreklere korku salan bir güç yatıyordu!Neden gerçekten önemli sorunlar söz konusu olduğunda böyle haykıramıyorlardı? (sf.95)
    • Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar,ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler. (sf.95)
    • Winston birden,çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil,yavanlığı,donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti. (sf.98)
    • NASIL'ını anlıyorum:NEDEN'ini anlamıyorum. (sf.105)
    • Belki de,deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktı. (sf.105)
    • Özgürlük,iki kere iki dört eder diyebilmektir.Buna izin verilirse,arkası gelir. (sf.106)
    • Gerilimli anlarda insanın bir dış düşmana karşı değil de,hep kendi bedenine karşı savaştığını fark ediyordu. (sf.128)
    • Seni seviyorum. (sf.135)
    • "Aslında hiçbir şey farketmezdi," dedi.
      "Öyleyse neden pişmansın itmediğine?"
      "Sırf,bir şey yapmayı hiçbir şey yapmamaya yeğlediğim için.Şu oynadığımız oyundan kazançlı çıkmamız olanaksız.Kimi yenilgiler kimilerinden daha iyi olabilir,o kadar." (sf.164)
    • Her gün,her saat hayata dört elle sarılmak,gelecekten yoksun olduğunu bile bile günübirlik yaşamayı sürdürmek,tıpkı hava olduğu sürece nefes almayı bırakamamak gibi karşı konulmaz bir içgüdüydü. (sf.182)
    • Onları çekip çeviren,sorgulamayı akıllarından geçirmedikleri özel bağlılıklardı.Asıl önemli olan,kişisel ilişkilerdi;hiçbir işe yaramayacak bir hareketin,birini kollarına almanın,dökülen bir gözyaşının,ölmekte olan birine söylenen bir sözün bir değeri olabiliyordu. (sf.195)
    • "İtiraf etmekten söz etmiyorum.İtiraf,ihanet değildir.Ne söylediğin ya da ne yaptığın önemli değil;yalnızca duygulardır önemli olan.Beni seni sevmekten caydırırlarsa,işte o zaman gerçekten ihanet etmiş olurum." (sf.196)
    • Gerçekler,ne yaparsanız yapın,gizlenemezdi.Araştırıp kovuşturarak ortaya çıkarılabilir,işkence yaparak sizden sökülüp alınabilirdi.Ama amacınız hayatta kalmak değil de insan kalmaksa,sonuç ne fark ederdi ki? (sf.197)
    • Savaşın asıl yaptığı,yok etmektir;ama ille de insanları yok etmesi gerekmez,insan emeğinin ürünlerini de yok eder. (sf.221)
    • Uygarlığın bedeli eşitsizlikle ödenmişti. (sf.235)
    • Toplumumuzda,olup bitenleri en iyi bilenler,aynı zamanda dünyayı olduğu gibi görmekten en uzak olanlardır. (sf.247)
    • Genellikle,kavrayış ne denli fazlaysa,yanılma da o ölçüde fazladır: Zekâ ne denli fazlaysa,akıl o ölçüde azdır. (sf.247)
    • "Akıllılık,çoğunluğa bakılarak ölçülmez." (sf.249)
    • İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de. (sf.286)
    • İnsanlar özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk mutluluğu seçiyordu. (sf.297)
    • Bir kez teslim olmayagör,gerisi kendiliğinden geliyordu. (sf.313)
    • Onlardan nefret ederek ölmek,özgürlük buna denirdi işte. (sf.317)
    • Farkında olmadan,masanın üstündeki toz tabakasında parmağını gezdirdi:
      2x2=5    (sf.327)

    Pazar, Şubat 19, 2012

    Kontrbas-Patrick SÜSKİND

    • Aslında herkes de bilir bunu.Ne var ki kimse açıkça itiraf etmez,çünkü orkestra müzisyeninin tabiatında hafif kıskançlık vardır.Bizim konsertmayster,kontrbas olmasa elinde kemanıyla,elbiseleri olmayan imparator gibi -kendi önemsizliğinin ve kendinibeğenmişliğinin gülünç bir timsali olarak- orta yerde kalıvereceğini kabul edecek olsaydı hali nice olurdu?Hoş olmazdı.Hiç hoş olmazdı.
    • Öyle insanlar tanıyorum ki,içlerinde bütün evren gizlidir,ölçülemez boyutlarda bir şey.Ama ortaya çıkarmak olası değil.Kesinlikle değil.
    • Malum,Fransız milleti öfkeyi sever.Bir yerlerde bir devrim havası esmeye görsün,Fransız hemen orada değil midir?
    • ...Bakın-ama öyle sık görülen bir şey ki.İyi olan ne varsa ölüyor,çünkü zamanın akışı iyinin karşısında.Ve bu akış önüne ne çıkarsa ezip geçiyor.
    • Kontrbas,insanın ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyi işittiği tek çalgıdır,ki bu da sorunlu bir durumdur.
    • Çünkü kontrbas çalmak sırf kuvvet meselesidir,müzikle ilgisi arkadan gelir.Bunun içindir ki,bir çocuk hayatta kontrbas çalamaz.Ben kendim on yedi yaşımda başladım.Şimdi otuz beşimdeyim.Gönüllü olarak başlamış değilim.Daha çok,bakire bir kızın çocuğu olması gibi,rastlantıdan.
    • Yok,gerçekten insan anasından kontrbasçı olarak doğmuyor.Kişiyi oraya götüren yol nice yanılmalardan,hayal kırıklıklarından geçiyor.Diyebilirim ki,bizim Devlet Orkestrası'ndaki sekiz kontrbasçı içinde bir tanesi bile yoktur ki hayatın sillesini yememiş olsun ve de yediği sillelerin izi bu gün bile hâlâ yüzünden okunmuyor olsun.Tipik bir kontrbasçı kaderi olarak kendiminkini örnek gösterebilirim:baskın bir baba,memur,sanatla filan ilgisi yok;zayıf bir anne,flüt çalar,aklı fikri sanatta;ben çocuk olarak annemi taparcasına seviyorum;annem babamı seviyor; babam küçük kız kardeşimi seviyor;beni seven yok -yani şimdi öznel açıdan bakınca.Babama olan nefretimden memur değil sanatçı olmaya karar veriyorum;ama annemden öç almak için de en büyük,en kullanışsız,soloya en elverişsiz çalgıyı seçiyorum;üstelik hem onu ölesiye incitmek hem de babama mezarı başında bir tekme atmış olabilmek için tutup gene de memur oluyorum:Devlet Orkestrası'nda kontrbasçı,üçüncü sıra.Bu sıfatla günbegün,dişi çalgıların -yani şimdi biçim bakımından- en büyüğü olan kontrbas aracılığıyla kendi annemin ırzına geçiyorum ve tabii bu bitmek bilmez sembolik ensest ilişkisi her seferinde ahlaki bir felaket oluyor;her basçının alnının ortasına yazılıdır bu felaket.
    • Ve bu işlevi bakımından -şimdi gene müzikten söz edecek olursak- kontrbas,ölümün simgesi olarak,içinde müziğin de hayatın da aynı biçimde yitip gitme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu mutlak hiçliğe karşı savaşır.
    • Viyolonsel ise,malum,kontrbas kadar battal değildir.Birbirini seven ya da sevmek isteyen iki insanın arasına bas gibi paldır küldür girmez.
    • Çünkü bir orkestra,gözünüzün önüne getirin şimdi,sıkı bir hiyerarşiye göre kurulmuş bir yapıdır,böyle olmalıdır ve bu niteliğiyle toplumun bir aynasıdır.Belli bir insan topluluğunun değil,genel olarak insan toplumunun.
    • ...bu günün seyircisi dahafazla alkışlamasına fırsat verilmezse cezalandırılmış gibi hissediyor kendini...
    • Müzik öyle ha deyince bitivermez ki!
    • Çünkü müzik insani bir şeydir.Politikanın,dünyada olup bitenin ötesinde bir şey.Bütün insanlığa özgü bir şey,diyebilirim,insan ruhunu ve insan beynini oluşturan bir temel unsur.
    • Benim neye ihtiyacım var,biliyor musunuz?Bana hep,ele geçiremeyeceğim bir kadın gerek.Ama onu ele geçiremediğime göre,kadına da ihtiyacım yok demektir.
    • "Düşünmek,herkesin acemice uygulamasına gelmeyecek kadar güç bir şeydir."
    • Çıldırmamak işten değil.İşin sonu sefalet,öyle de böyle de...

    Koku-Patrick Süskind


    • "Deli burnuyla görür" gözleriyle göreceğine ve anlaşılan Tanrı vergisi aklın ışığının daha binlerce yıl yanması gerekecekti ilkel inancın son kalıntılarının da defedilebilmesi için.(sf.21)
    • Bir an içinden,kendisinin çocuğun babası olduğu  yollu,rüya gibi bir düşüncenin yükselmesine izin verdi.Keşiş olmamıştı da sıradan bir kentliydi,belki namuslu,iyi bir zanaatkâr,bir kadınla,sıcak,yünle karışık süt gibi kokan bir kadınla evlenmiş,ondan bir oğlu olmuştu,şimdi de onu sallıyordu dizlerinde,kendi çocuğunu,bıcı bıcı,eski bir imgeydi bu,dünya kadar eski,yine de dünya durdukça hep yeni ve doğru kalacak bir imge,aah ah! (sf.22)
    • Ama bu derece bir alçakgönüllülükle çekip gidebilmek için asgari bir iyi niyet gerekliydi (...) (sf.27)
    • Kadın,içi çocukken ölmüş olsa da çok yaşamak talihsizliğine uğradı.(sf.36)
    • Denizin kokusu öyle hoşuna gitti ki,onu günün birinde saf ve katışıksız olarak ve içinde boğulabileceği kadar çok ele geçirmeyi diledi.(sf.42)
    • Onu elde etmeliydi,sırf sahibi olmak için değil,yüreğinin dinginliği aşkına.(sf.45)
    • İcatlara kuşkuyla bakardı,çünkü her icat,bir kuralın bozulması anlamına gelirdi.(sf.59)
    • Bir savaş gemisinin pahası 300.000 livre ederdi,batmasıysa beş dakika sürmezdi,tek bir top ateşine bakardı,gitti mi gider,yok olurdu,ödediğimiz vergilerle birlikte.(sf.64)
    • "İnsanın felaketi,sessizce odasında,ait olduğu yer olan odasında oturmak istememesinden gelir," der Pascal.(sf.64)
    • Parfüm zaman içinde yaşar;gençliği,olgunluğu,yaşlılığı vardır.Ve ancak hayatının üç çağında da aynı hoş biçimde koku veriyorsa başarılı olmuş denebilir.(sf.70)
    • Tanrı gönderir iyi zamanları da kötü zamanları da,ama kötü zamanlarda yanıp yakılalım istemez,erkekçe göğüs gerelim ister.(sf.74)
    • "Her sanatta ve her zanaatta -Bak gitmeden bunu aklına yaz!- yetenek hiçbir şey ifade etmez,ama deneyim,alçakgönüllülükle,çalışkanlıkla elde edilmiş deneyim her şeydir."(sf.84.)
    • Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki,sözden,gözle görmekten,duygudan,iradeden daha güçlüdür.Savılıp atılamaz bu inandırıcılık,soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi,o da içimize işler,doldurur bizi,hepten ele geçirir,çaresi yoktur.(sf.92)
    • En ufak bir vesile olmasa bile hep uyanık bekliyordu dışarıdan gelip de içine girmesi gereken her şeye karşı duyduğu güdüsel kuşku.(sf.124) 
    • Bu kokunun mülkiyetini,hemen ardından kaybı ile korkunç derecede pahalı ödeyeceğini bilse de,mülkiyeti ve kaybı,ikisinden de bir kalemde vazgeçmekten daha çekici görünüyordu gözüne,çünkü ömrü boyunca hep vazgeçmişti.Ama sahip olduğu,kaybettiği olmamıştı daha hiç.(sf.202)
    • Uyumak başarının ruhunu tehlikeye atardı.(sf.228)
    • Ömründe bir kere öbür insanlar gibi olup içindekini dışa vurmak istiyordu:Nasıl onlar sevgilerini,aptalca hayranlıklarını dışa vuruyorlarsa o da nefretini dışa vurmak istiyordu şimdi.Bir kere,sadece bir kere kendi gerçek benliğiyle anlaşılıp başka bir insandan kendi tek gerçek duygusuna,nefretine bir yanıt almak istiyordu.(sf.250)

    Çarşamba, Şubat 15, 2012

    Brida ~ Paulo Coelho

    Çeviri: Seçkin Selvi
    Yayın Evi:
    Can Yayınları
    Yayın yılı: 2010
    Orjinal Adı: Brida
    Sayfa Sayısı: 224
     "İnsanın kendini başkalarından aşağı görmesi,Büyücü'nün bildiği en kötü kibir örneklerinden biriydi,çünkü bu farklı olmaya çalışmanın en yıkıcı yoluydu."