Despot bir idare bazı basit şeyleri idare edebilir. Fakat bazı değerlere ilişemeyeceği gibi bunların itaatini de sağlayamaz.
Yaşamak İstiyorum hakkında konuşmaya nereden başlamak doğru olur bilemiyorum. Ayn Rand okumalarım arasında beni en çok sıkan, zorlayan bu oldu sanırım. Ayn Rand kitap için "Yaşamak İstiyorum Sovyet Rusya için yazılmış bir kitap değildir. Bu kitap 'Devlet'e karşı 'Birey'in romanıdır." diyor. Aynı zamanda romanın kendisi hakkında yazdığı tek kitap olduğunu belirtiyor.
O her ne kadar Sovyet Rusya için yazılmadı dese de biz Sovyet Rusya'yı okuyoruz. Ama aslında kendisinin de dediği gibi, sanırım bu kitap gerçekten herhangi bir yerdeki, herhangi bir zaman dilimindeki diktatörlüğü anlatan bir kitap.
Ayn Rand, Bülent Hoca'nın da dediği gibi, yaşamını kapitalizm üzerine kurmuş bir kadın. Onun hayat felsefesi bu. Böyle olunca onun komünizme, sosyalizme bakışını tahmin edersiniz.
Yaşamak İstiyorum nasıldı? Yaşamak İstiyorum distopyadan farksızdı. Kitabı okuduktan sonra Mert üzerine bir daha konuşmama kararı almış. Ama üzerinden zaman geçince bizimle konuşabildi tabii. Burcu son sayfayı çevirdiğinde ağlıyordu. Ben kitabı okurken öfkeli ve sıkıntılı olduğumdan, son 170 sayfasını Mert'in odasında, onun yatağına oturup okudum. Gerektiğinde beni teskin etsin diye. Zaten kitabı bitirdikten sonra da ona şöyle sorduğumu hatırlıyorum "Mert, bunlar gerçekten yaşanmış olabilir mi sence?"
İşçiler, işçi çocukları ayaklanıyorlar. Amaç burjuvayı devirmek, herkesin eşit olduğu, adil bir yönetim kurmak. Peki sonra ne oluyor? Burjuvanın yerini işçi sınıfı alıyor. Eski zamanın burjuvası açlıkla pençeleşirken işçi sınıfından yolunu bulabilenler gemilerini yürütüyorlar. Eşitlik, adalet naralarıyla yola çıkmış insanlar bir bakıyorlar ki amaçları değişmiş, yoldan sapmış. Çok gülmüştüm, kitapta gerektiğinde ideallerin esnetilmesi gerektiğinden bahsediyordu. En iyi komünist diyordu, en esnek olandır.
Ayn Rand'ın savunduğu şey temelde, toplumu bir adım öteye götürenin daima bireyci insanlar olduğudur. Herkesin işini kendi için yaptığı ve iyi yaptığı bir dünyada toplum da ister istemez ilerler zaten. Bu kitapta yazdığı da bireyin yok edilmeye çalışılmasıdır.
Öyle bir dünya düşünün ki yeteneğinize ve bilgi birikiminize bakılmaksızın, sırf bir zamanlar zengindiniz diye üniversitede okuma hakkınız elinizden alınsın. Sırf bu yüzden işten çıkarılacaklar içinde başı çekin. İşsiz olduğunuz için sendikaya, sendikanız olmadığı için de işe alınmayın. Sürünün ve ölün kısaca. Hastalandığınız zaman doktora gidemezsiniz çünkü sizin gibi tonla insan vardır ve bir kısmı işçi sınıfından gelmektedir, bu yüzden önünüzdedirler. İşte böyle bir dünyada eski bir burjuva olarak ayakta kalmaya çalışın.
Bu esnada da hak, adalet, herkese eşit yaşam standardı diye ortalarda dolaşan yoldaşlar, ceplerini doldursunlar. Açılan gazinolarda şampanyalar içsinler, yumuşak yastıklı arabalarda dolaşsınlar.
Kitapta Timoshenko adında bir karakter vardı. En sevdiğim karakterlerden biri olmuştu. O da Kızıllar'la birlikte Sovyet Rusya için savaşmış. Sonra da o esnek olmayan kızıllardan olduğundan bir şekilde görevi elinden alınmış. Timoshenko'nun (umarım ismi cidden böyledir :) ) geriye dönüp baktığında, uğruna savaştığı şeyi gördüğünde ve toplumun içinde bulunduğu durumu düşündüğünde yaşadığı hayal kırıklığını tahmin edersiniz. Yine kendisi gibi idealleri konusunda katı olan bir arkadaşı ile, yine kitapta en sevdiğim karakterlerden biri olan Andrei ile konuşur bu durumu. Amaçlarından ve sonuçtan bahseder. Açlıktan ölen insanlardan bahseder. Hastalık içinde, sokaklarda sürünen kadınlardan bahseder. İhtilali bunun için yapmadıklarından bahseder. Timoshenko daha sonra bar gibi bir yerde içerken şu "esnek" kızıllardan biriyle karşılaşır. Kitapta güldüğüm aynı zamanda iğrendiğim fakat belki de en sevdiğim kısımdır. Adamın masasına oturur. Ona kendisiyle içmesini emreder ve konuşmaya başlar. Ona der ki "Görüyorsun ya, yenildiğimiz için üzülmüyorum. Suçların en büyüğünü omuzlarımıza yükledikten sonra bunun parmaklarımızın arasından kaçıp gitmesine aldırmıyorum, bizi çelik miğferli dev gibi bir asker yenseydi aldırmazdım. Ateş püsküren canavar gibi bir insana yenilseydik üzülmezdim. Fakat bizi bir bit yendi. Sen bitleri gördün mü hiç? Sarı renklileri en tombullarıdır... Bizim kabahatimizdi bu. Bir zamanlar insanları bir tanrının gökgürültüsü idare ederdi. Sonra onlar kılıçla idare edildiler. Şimdi ise Primus'la idare ediliyorlar. Bir zamanlar saygı onları durdururdu. Sonra korkuyla durdular. Şimdi mideleri yüzünden acizler. Erkeklerin boyunlarına, el ve ayaklarına kalın zincirler takarlardı. Şimdi onları kalın bağırsakları zincirliyor. Ama kahramanları kalın bağırsaklarından tutmaya imkân yoktur. Bizim kabahatimiz bu."
Kitaptaki ana karakter Kira aslında ama onu hiç sevmedim. Hiç hem de. Bu yüzden üzerine konuşmaya pek yanaşmıyorum, yine de bahsetmek gerekir herhalde. Kira burjuva bir aileden geliyor. Kendisi gibi burjuva bir aileden gelen bir adamla tanışıyor bir gece, ismini sonraları öğreniyor, Leo. İlişkileri ilginç başlamıştı, gidişatı pek parlak olmadı. Kira'yı bazı yönlerden kendime benzettim, öyle olunca daha bir nefret ettim. Okurken Mert de biraz bana benzetmiş onu.
Leo, sanırım dünyanın en kötü insanlarından biriydi Leo. Kaliteli insanlar gerçek kötülere dönüşünce aslında kötüye değil paçavraya dönüşüyorlar resmen. Kaliteli insanlar kötülere dönüşünce, kaliteli kötüler oluyorlar bunun aksine. İşte Leo paçavraya dönüşenlerdendi. Kendini sattı, her şeye boşverdi. Ah, bir jigolo olup çıktı. Kira da kitap boyunca onu yaşatmaya ve kurtarmaya çalıştı. Kitabın sonlarına doğru kira iki cümle söyledi, o iki cümle insanın içine bufalo sürüsü oturmuş gibi hissetmesine neden oluyordu zaten: "Yüz elli milyon insanla mücadeleye kalktım. Kaybettim."
Andrei... O da Timoshenko gibi biriydi, birbirlerine benzeyen tipler. Aynı idel etrafında çarpışmışlar, aynı şekilde ödün vermeyi reddetmişler ve aynı şekilde mevkilerinden uzaklaştırılmışlar. Andrei ilkelerine bağlı bir adam olmasının dışında, iyi bir aşıktı da. Kira ile tamamen zıt görüşleri olmasına rağmen onu sevmişti. Üstelik nasıl bir sevgi? Kira görememiş olsa da çok güçlü bir sevgiydi, çok doğru bir sevgiydi. Dürüst bir adamın verebileceği gibi bir sevgiydi. Ah, daha fazla anlatmak istemiyorum. Hem Andrei, doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapmak için önündeki engellere de aldırış etmeyecek bir adamdı.
Mert bu kitap için "antirehber" diyor. Sanırım gerçekten öyle. Ah, kendini satan, mücadeleyi bırakan insanları görmek istiyorsanız, omurgasız insanları görmek istiyorsanız bu kitabı okuyun.
Yeterince spoiler verdiğime göre, artık yazıyı sonlandırabilirim sanırım. Bu arada kitapla hatıra fotoğrafı çekmeyi unutmadım ^.^ Ah bir de şey var, bu kitabı Pinucci'nın düzenlediği Kış Okuma Şenliği için de okudum, 600 sayfadan uzun bir kitap kategorisinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder