Saramago ile Ressamın Elkitabı ile tanışmıştım yine Abidin Abi'nin önerisi ile. Kitaptan çok etkilenmiştim. Saramago o kitabında," İnsanın -ayakları çizmeye göre fazla küçük olsa bile- babasının çizmelerini ayağına geçirmesi de insan olmanın bir yoludur." diyordu mesela. Bu cümle, her Saramago ismi geçtiğinde kafamda tekrarlanacak kadar çok hoşuma gitmişti. Bunu da zaman zaman kendime uyarladım. İnsanın, -çorabı delinmiş bile olsa- kıyafetine uygun olmayan çorap giymesi de insan olmasının bir yoludur. Ressamın Elkitabı'nı bir kitaplaşma etkinliği esnasında edindiğim Kabil izledi. Kabil, insanın insanla olan ilişkini, insanın tanrıyla olan ilişkisini sorgulaması sebebiyle resmen "benim kitabım"dı. Bu kez de "Biz bir konu değiliz, biz nasıl yaşayacağını bilmeyen iki kişiyiz." diyordu Saramago. Sonra bir süre Saramago okumadım herhalde. En son geçen yaz, bir yolculuk esnasında Filin Yolculuğu'nu aldım elime ve geri dönüş yolundayken de bitirdim. Bu kez de bir fili anlatıyordu Saramago. Böylece, bu üç farklı kitabı okuduktan sonra, şu konuda en büyük dayanağım oldu Saramago: Bir üslubunun olması demek, dönüp dolaşıp aynı konuyu farklı kişiler yardımıyla anlatmak demek değildi. Çok sevdiğim James Baldwin bile, iki ana konu etrafında dönüp dolaşıyordu okuduğum kadarı ile, siyah-beyaz çatışması ve eşcinsellik. Oysa Saramago, her defasında olayları değiştiriyor, kişileri değiştiriyordu. Aslında böyle söylemek uygun olmaz. O her defasında yeni bir dünya yaratıyordu, yine de bir üslubu vardı. Saramago okuduğunuzu anlıyordunuz.
Ressamın Elkitabı şüphesiz beni en çok etkileyen kitabıydı, belki de okuduğum ilk kitabı olması sebebiyle. Ve bir filin öyküsünü de anlatmış olduğunu görünce, onu manevi dedem ilan ettim. Tüm kitaplarını da okuyacağıma söz verdim. Ancak, aynen Trevanian'da olduğu gibi, Saramago'da da her şeyi bir anda tüketme korkusu baş gösterdi ve bir çırpıda tüm kitaplarını okumaktan alıkoydu beni.
İnternette gezerken, Başucumuzda Kitap'ın bir yazısına denk geldim. Biraz da sahiplenilmiş bir şeyi paylaşmama isteğinin getirdiği kıskançlıkla, "Ama ben okumadım daha bu kitabı" diye düşündüm kendi kendime ve biraz da üzüldüm. Hani mümkün olsa o an alıp okumaya başlayacağım. Ama mümkün olmadı.
Sonunda bu yıl, bir kitapçı ziyaretimiz sırasında Ebru aldı bana Çatıdaki Pencere'yi, doğum günü hediyesi olarak. Üstelik ben de seçmedim, o seçti. Bu güzel tesadüf sonucu, mutlulukla kitaplığıma yerleştirdim kitabı. Ancak bu zamana dek okumadım, belki doğru anın gelmesini bekledim.
Ne yazık ki doğru an gelmemişti. Kitabın başlarında, evin kalabalık olması, kafamın karman çorman olması nedeniyle bir keyif alamadım. Dün ve bu günse, eh kitabı bu iki günde okuyup bitirdiğim söylenebilir aslında, önceki bir iki günü belki de saymamak gerek, büyük bir keyifle ve kendimi kaptırarak okudum.
Çatıdaki Pencere, Saramago'nun yazdığı ilk kitaplardan biriymiş. Ancak yazıldığı dönemde yayınlanmamış,Saramago yayınevinden olumlu veya olumsuz bir yanıt da alamamış. Seneler sonra, kitabı buldukları iddiasıyla dönmüşler Saramago'ya. Oysa, kitabın kendisi yaşarken basılmasına kesinlikle izin vermemiş, bu durumu gurur kırıcı bir olay olarak nitelemiş, kitabı her gördüğünde de bunu yaşayacağını düşünmüş.
Laura Makabresku |
Kitapta bir apartman ve burada yaşayan insanlar anlatılıyor. Dairelerden birinde bir kadın var, yapayalnız bir kadın, Lidia. Yaşamını fahişelik yaparak kazanıyormuş, sonra da zengin bir adamın metresi olmuş.
Başka bir dairede bir aile var, Claudinia ve ebeveynleri. Bu insanlar da tüm umutlarını Claudinia'ya bağlamışlar, onları hem gurur duyabilecekleri tek varlık hem de eve katkı sağlayan biri olarak görüyorlar. Maddi anlamda demek istiyorum yani. İdeal bir aile gibi davranıyorlar ama aslında kızlarını tanımaktan ve anlamaktan uzaklar.
Bir başka dairede Carmen ve eşi ve oğlu var. Galiba her daireden bir kişinin ismini hatırlıyorum :) Carmen bu adamla evlenmek için, Emilio ile evlenmek için ülkesini terk etmiş. Ancak işler bekledikleri gibi gitmemiş, bir oğulları olmuş ancak evlilikleri hiç de iyi gitmiyor. İkisi de, birbirlerini birer zincir gibi görüyorlar. Onları bağlayan ve engelleyen bir pranga gibi. Carmen, oğlunun sevgisi ile yaşıyor. Daha doğrusu onu tatmin eden tek şey oğlunun onu, babasını sevdiğinden daha çok sevmesi. Birbirlerine açıkça düşmanmış gibi davranmasalar da alttan alta süren bir savaş var.
Bir başka dairede Caetano ve Justina var. Bir kızları varmış ama ölmüş. Anladığım kadarıyla Justina bundan biraz da kocasını sorumlu tutuyor. Aralarında hiç bitmeyen bir savaş var. Aslında benim en çok ilgimi çeken, sanıyorum bu ikisinin hikâyesiydi. Caetano, kuru, bakımsız ve çirkin bir kadın olarak gördüğü karısını aldatıyor, defalarca kez, pek çok kadınla. Yine de birlikteler, neden ayrılmadıklarını bilmiyorum. Sanırım, ayrılmaktansa birbirlerine acı çektirmeyi yeğliyorlar, onları bir arada tutan bu. Sanki "kim diğerini daha çok küçümseyecek" yarışı yapıyor gibiler. Justina'nın elindeki en büyük koz kayıtsızlık. Kocasına karşı kayıtsız. Başka kadınlara gitmesine tepki göstermiyor, açıkça alay ediyor onunla. Kendisini incitecek hamlelerde bulunduğunda bile serinkanlı ve umursamaz.
Ancak bir gün Caetano karısını küçük düşürmek için bir işe kalkışıyor. Oturup karısına başka birinin ağzından aşk mektubu mu bir şey yazıyor. Sonra da kıskançlık krizine girmiş numarası yapıyor işte, bir hışım eve gelip karısından hesap soruyor. Kadın kahkahalarla gülmeye başlıyor. Buna kayıtsız kalamıyor, soyunuyor ve kocasının karşısına geçip çirkin olduğunu, onun bile kendisine dokunmak istemediğini, bir başkasının da istemeyeceğini bildiğini falan söylüyor. Adam da ne yapacağını bilemeden çıkıyor. Bir süre kadından kaçıyor. Ama sonra, karısına karşı bir açlık duyuyor resmen. Ona dokunmak istiyor sadece. Diğer kadınlar onu tatmin etmiyor. Böylece bir gece ona tecavüz ediyor. Ama aslında buna tecavüz denemez. Kadın başta istemese de sonra o da yapışıyor çünkü adama. Bu da aralarındaki kayıtsızlığı nefrete dönüştüren şey olur. Kadın ne yapacak? Kocasına karşı gardını indirdi bir kez. Şimdi ne olacak? Onunla olmak pahasına onun kurallarına mı uyacak yoksa ona karşı çıkmaya devam mı edecek? Kadın ikincisini seçiyor ama adam pes etmeye niyetli değil. İşin ilginç yanı, adam bunu bir anda karısını sevdiğini anladığı veya ona yeniden aşık olduğu için yapmıyor sanki. O da bir şekilde intikam alma peşinde. Peki kayıtsızlığın nefrete dönüştüğü gibi, nefret de sevgiye dönüşür mü? Bunu öğrenemiyoruz.
Bir başka dairede de Silvestre ve onun karısı var. Silvestre ayakkabı tamircisi. Yoksullar. Bu nedenle evlerinin bir odasını kiraya vermek istiyorlar. Burayı da kendisini her türlü bağlılıktan koparmaya çalışan genç bir adam tutuyor, Abel. İkisinin dostluğu ilgi çekici. Ama az önce bahsettiğim karı kocadan daha ilgi çekici değil bence.
Bir dairede de annesi ve teyzesiyle yaşayan iki kız kardeş var. Kızlardan biri lezbiyen, okuduğu bir kitap sonucu bunu keşfediyor. Kız kardeşine dokunuyor o uyurken. Aralarındaki ilişki yön değiştiriyor bu olayla. Diğer kız da etkileniyor galiba bundan. Birine aşık, ama adını bilmiyoruz. Ondan "o" diye söz ediyor. Belki o da kızdır? Gerçi öyle olduğunu sanmıyorum çünkü ablası ona dokunmadan, onu öpmeden önce böyle duygular beslediğinin farkında değildi.
Bu karakterlerin kimisi birbirine dokunuyor, kimisi de kendi yolunda ilerliyor. Ancak, her birinin yaşamı başka bir roman oluşturabilir. Biz sadece hayatlarının minik bir kısmına tanıklık ediyoruz. Sanki başlangıcı ve sonu yok romanın. Ben mesela, Caetano ve Justina'nın ilişkisi üzerine varsayımlarda bulunmayı, onların öyküsünü devam ettirmeyi seçiyorum. Veya bizim tanık olamadığımız geçmişlerini de yazmayı.
Çok konuştum. Saramago söz konusu olunca az konuşmam mümkün olmuyor. Şüphesiz gönlümün tahtında oturan Ressamın Elkitabı. Ama yazarken fark ettim ki Çatıdaki Pencere'yi de sevmişim ve üzerine düşündükçe daha ilgi çekici buluyorum. Eğer yazarla tanışmak istiyorsanız, Çatıdaki Pencere de Ressamın Elkitabı da güzel seçim olur. Bense Saramago okumaya bir süre için ara veriyorum. Hem eldeki kitapları bitirmek, hem de bu kitabı sindirmek gerek.
9/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder