Tistu... Ne şaşılası bir ad değil mi? Ne Fransada, ne başka bir ülkede "Tistu" adına rastlanmaz. Oysa bir zamanlar, herkesin Tistu diye çağırdığı küçük bir çocuk vardı. "Hiç öyle şey olur mu?" demeyin. Durun bakalım, açıklamaya çalışalım.
Günlerden bir gün, giysisi uzun kollu bir isim annesiyle siyah şapkalı bir isim babası, sepetin içinde bir ekmek kadar küçük duran bebeği kiliseye götürmüşler ve papaz efendiye, bebeğe konacak adı bildirmişler:
- Bu çocupun adı Fransuva Batist olacak.
O gün, vazftiz edilen çoğu bebek gibi Tistu da direnmiş, bağırıp çağırmış, ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş ama yeni doğmuş bebeklerin bağırıp ağlamasından hiç mi hiç anlamayan büyükler büyük bir güvenle diretmişler:
-Bu çocuğun adı ille de Fransuva Batist olacak.
Sonra, giysisi uzun kollu isim annesiyle siyah şapkalı isim babası onu götürüp beşiğine yatırmışlar. İşte ne olmuşsa o sırada olmuş. Büyüklerin, çocuğa verdikleri ada dilleri dönmemeye başlamış. Tistu aşağı, Tistu yukarı... Bebeğin adı Tistu kalmış.
"Olur böyle şeyler..." diyeceksiniz. Nice küçük çocuğun adı nüfus kütüğünde Anatole, Suzanne, Agnés diye işlenmişken, onların, pışbıdık, cancan, böcecik diye çağırıldığını bilmeyen var mı aranızda?
Bu örnek, olsa olsa büyüklerin gerçek adımızı bilmediklerini gösterir. Hepsi bu mu? O çokbilmiş büyükler, dünyaya nereden geldiğimizi, niçin var olduğumuzu ve burada ne aradığımızı da bilmezler.
Büyüklerin her konuda basmakalıp düşünceleri vardır. Kafalarını yormadan konuşmalarını sağlayan hazır düşünceler. Oysa, basmakalıp düşünceler çoğunlukla yanlış düşüncelerdir. Çok eskiden dökülmüşlerdir kalıplara. Bu kalıpları öyle yıllanmıştır ki, onları yapan ustalar bile unutulmuştur. Ancak, aklınıza gelebilecek her konuda çeşitli kalıplar bulunduğundan, onları sık sık değiştirebilir, düşüncenizi istediğiniz kalıba uydurabilirsiniz. Ne rahat değil mi?
Eğer, günün birinde sıradan bir kişi olmak için dünyaya gelmişsek, bu basmakalıp düşünceler kafamıza kolayca yerleşir. Kafamız büyüdükçe onlar da serpilip gelişirler.
Yok, eğer özel bir uğraş için dünyaya gelmişsek, bu uğraş da çevremizi, dünyayı titizlikle gözlememizi gerektiriyorsa, o zaman işler sarpa sarar. Basmakalıp düşünceler kafamızın içinde kalmak istemezler. Sağ kulağımızdan girerler, sol kulağımızdan çıkarlar... ve yere düştükleri gibi de parçalanırlar.
İşte o zaman bizler, önce ana babalarımızı, sonra da o parlak düşüncelere sımsıkı sarılmış tüm büyükleri şaşkınlıktan şaşkınlığa uğratırız.
Maurice Druon
Yeşil Parmaklı Çocuk'tan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder