Çeviren: Behçet Necatigil Yayın Yılı: İstanbul / Temmuz 2009 Yayın Evi: Lacivert Yayınları Sayfa Sayısı: 144 |
ARKA KAPAK:
"Teğmen Thomas Glahn'ın Notlarından" alt başlığını taşıyan Pan (1894) hem güçlü bir aşk romanı, hem de zengin bir tabiat övgüsüdür. Knut Hamsun sadece bu eseri yazsaydı bile, yine büyük bir şair sayılırdı. Modern psikolojinin canlı bir anıtı sayılan bu eser, kelimeler arasında yaşattığı inceliklerle bir şaheser niteliği taşır. Okuyanın ruhunda her söz, tılsımlı bir değişim ile aslından çok farklı yankılar halinde devam eder. Hamsun'un dünyaya yayılışında; ormanları, otları, sularıyla ortak bir çağıltı halinde kuzeyi dile getiren bu romanın büyük katkısı olmuştur.
Behçet Necatigil
- Yağmura, fırtınaya bağlı değil ki! Bazen yağmurlu bir günde de kendinizi bir küçük sevince kaptırır, onun verdiği mutlulukla bir köşeye çekilirsiniz. Orada dikilir kalır, gözleriniz bir noktaya çevrili, bakmaya başlarsınız, ara sıra hafif güler, sağa sola bakarsınız. Ne mi düşünürsünüz? Bir pencerede pırıl pırıl bir camı, camda bir gün ışığını, bir küçük dere peyzajını, yahut gökte mavi bir yarık vardır, onu! Yetmez mi?
Başka vakit yepyeni olaylar bile bizi monoton ve zavallı bir ruh halinden silkip uyandıramaz; bir balo salonun da kayıtsız, vurdumduymaz, bütün etkilere kapalı oturabilirsiniz. Çünkü sevincin de kederin de kaynağı insanın kendi içidir. (sf.15) - Bazen de otlara bakarım, otlar da belki bana bakarlar, olamaz mı? (sf.34)
- Sevinç sarhoş eder. (sf.45)
- Dünyanın en mutlu insanı ben olacağım, gemiye bindiğim günü bir görsem. Zaman zaman hiç bilmediğim yerleri özlüyorum. (sf.50)
- Bak Eva, ümit etmek garip bir şeydir. İnsan bir sabah vakti bir yol boyunca yürüyüp sevdiği kimseye o yolda rastlayacağını ümit edebilir. Ona rastlar mı? Hayır. Neden rastlamaz? Çünkü sevilen kimse o sabah ya bir işle meşguldür, yahut da başka yerdedir... Ben dağlarda yaşlı ve kör bir Lâponla tanıştım. Elli yaşından beri gözleri hiç görmüyordu, yetmişini aşmıştı. Ama o, zaman geçtikçe daha iyi gördüğünü sanıyor, fikrince görmesi muntazam bir şekilde düzeliyordu. Bir aksilik olmazsa birkaç sene içinde güneşi görebileceğini umuyordu. Saçları henüz siyahtı ama gözleri bembeyaz. Çadırında oturmuş tütün içerken, bana kör olmadan önce gördüğü çeşitli şeyleri anlatırdı. Sert ve sıhhatliydi, duyarlığı bir yana bırakmış, yıpranmamıştı; ümidini kaybetmemişti. Gideceğim zaman beni geçiriyor, bana çeşitli yönleri gösteriyordu. Şu taraf güney, diyordu, şu taraf kuzey. Önce şu yönde yürü, aşağı dağa indin mi şu yöne sap! diyordu. Zerre kadar yanlış yok, cevabını veriyordum. Lâpon memnun gülüyor: "Bak!" diyordu. "Kırk, elli sene önce ben bunları bilmezdim; demek ki şimdi o zamanlardakinden daha iyi görüyorum, zamanla daha da iyileşiyorum." Sonra eğiliyor, çadırına giriyordu; yeryüzündeki vatanına, çadırına giriyordu. Yine eskisi gibi, birkaç sene içinde güneşi muhakkak görebileceği ümidiyle tekrar ateşin başına oturuyordu... Eva, ümit dediğin pek tuhaf bir şey. Meselâ ben şimdi geziniyor, bu sabah yolda rastlayamadığım o kimseyi unutacağımı ümid ediyorum. (sf.100)
- Gece dipsiz bir derinlik gibidir. (sf.101)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder