Cumartesi, Şubat 02, 2013

Bridget Jones's Diary

Yapım: 2001
Tür: Komedi, Romantizm, Dram
Süre: 97 dk
Yönetmen: Sharon Maguire
Imdb Puanı: 6.7
Oyuncular: Renée Zellweger (Bridget Jones)
Colin Firth (Mark Darcy), Hugh Grant (Daniel Cleaver)

Bridget Jones's Diary de şu yıllanmış DVD'ler arasında izlenmeyi bekliyordu. Oldukça zorlu bir karar aşamasının ardından diğerleri arasından sıyrıldı ve izlenenler arasına ismini yazdırmayı başardı. 

Filmi sıklıkla duymuştum fakat izlemeyi hiç düşünmemiştim. Nedense film diyince şöyle iki göz iki çeşme ağlatan veya insanın içine kasvet oturtan filmler görünüyor gözüme sadece. Maceradır, bilim kurgudur, romantik komedidir, bunlar bana oldukça uzak türler. Ama bunları da arada izlemek gerek. Kesinlikle gerek.

Bridget Jones çok sakar, çok şapşal bir kadın. Sıradan bir işi, ortalama bir zekası olan herkes gibi bir insan. Aslında herkes gibi demek doğru olmaz sanırım. Ortalama bir insanın on katı kadar sakar. Her anlamda, çam devirmekte üstüne yok. Ama gelin görün ki tüm bu şapşallıklar bu kadını aşık olunası biri yapıyor olmalı ki zeki ve başarılı iki erkek peşinde koşturuyor.

Aslında öyle de sayılmaz. Baştan başlıyorum...
Otuzlu yaşlarındaki Bridget, bekâr olduğu ve evlenmeye çok yakın bir bekâr olmadığı için klasikleşmiş olduğu üzre çevresindeki insanların onun için eş adayı aradıkları biri. Bu şekilde yakışıklı ve başarılı avukat Mark ile tanışıyorlar. (Ayrıca Renée'nin Maaaağk'larına bittim, yok böyle bir aksan *.*) Ama yıldızları barışmıyor. Mark, Bridget'i nahoş sıfatlarla niteliyor ve bu ilişki başlamadan bitiyor. Bu sırada patronu Bridget'e yazmakta. Böylece Daniel ile arasında bir şeyler oluyor. Yemeğe falan çıkıyorlar, sonra öpüşelim derken hoop yataktalar. Bir bakıyorlar ki bir ilişkinin içindeler! Bakın söylüyorum, gözlemlerime göre böyle hızlı başlayan ilişkilerin sonu hayırlı değil. Hem de hiç değil. Ağır ağır, oturaklı başlarsa bir şeyler daha düzgün gidiyor her şey. Her neyse, sonuç olarak Bridget Daniel'ı iş yerinden bir kızla basıyor ve ilişkileri bitiyor. Bridget işi bırakıyor, başka bir yerde çalışmaya başlıyor vesaire vesaire... Hayatına da beklenmedik bir biçimde Mark giriyor gibi oluyor ama tam girmiyor. Çünkü tam bu ikisi arasında bir ilişki filizlenecekken Mark geri dönüp her şeyi mahvediyor! Bridget hep hazanlarda hep hüsranlarda...

Ama böyle olur tabii. Çünkü bu Bridget hiç durup düşünmüyor "Ben ne hissediyorum? Bu adamı seviyor muyum? Onunla olmak istiyor muyum?" diye. Tek derdi yalnız ölmeyeyim, cesedimi köpekler kemirmesin. Ama böyle olmaz ki, olmaz yani. Bir ilişkiye böyle başlanmaz. Ya da ben mi çok romantiğim? Gençliğin getirdiği bir şey mi bu? Belki 30'lu yaşlarıma geldiğimde ben de "Yalnız ölmeyeyim" diye birileriyle birlikte olmaya çalışacağım. Her neyse, yine de şu an doğru gelmiyor. Tamam, hiçbirimiz yalnız ölmek istemiyoruz ama sonuçta, her kim yanında olursa olsun Roberta Sparrow'un dediği gibi "Every living creature on earth dies alone." Otur iki Donnie Darko izle Bridget, yanında yüz kişi de olsa bundan kaçamazsın kızım.

Hem sonra, her şeyin ölüme bağlanmasını veya ölümle ölçülmesini de anlamıyorum. Bu doğal bir süreç, yaşıyorsak ölüyoruz. Bu kadar büyütmemek gerek bunu bence. Yani evet, olayın içindeyken çok büyük bir şey gibi geliyor ama biraz dışarıdan bakmayı başarabilirsek o kadar da büyük bir dava değil. Doğal süreç. Düzen bu şekilde işliyor. Yani demem o ki YALNIZ ÖLMEYEYİM DİYE ÖNÜNÜZE GELENLE İLİŞKİ YAŞAMAYIN, SAÇMA.

Bir anlamadığım nokta da bu yakışıklı, karizmatik, zeki, başarılı adamların bu kızda ne bulduğu. Hayır hem tombul, hem şapşal, hem sakar, hem başarılı değil... Bunun tam olarak hangi kısmı hoşa gidiyor onu anlamıyorum ben. Maviş gözleri, samimiyeti, iyi niyeti yeterli oluyorsa demek ki...

Neyse Bridget Jones'u sıkıcı bir anı kurtarmak için, kuzenlerle toplaşmışsak anı kotarmak için izleyebiliriz ve filmi izlerken şu cümleyi de bir yere not ederiz:
  • Şu da evrensel bir gerçek ki yaşamın bir bölümünde işler iyi gitmeye başlayınca bir başka bölümünde her şey paramparça olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder