Sonunda Lutetia'yı bitirdim.Kitap uzun süre elimde süründü.Bunda pek akıcı olmamasının da rolü olsa da daha çok benim yoğunluğumdan kaynaklandı.
Lutetia,II.Dünya Savaşı'nın dönemin önde gelen otellerinden birine nasıl yansıdığını konu alıyor.Savaş,otel çalışanlarından biri tarafından gözlemleniyor ve anlatılıyor.Lutetia önce sanatçı ve yazarlara,daha sonra düşman askerlerine,en sonunda da toplama kampından dönen esirlere açıyor kapılarını.Olaylar savaşın ortasında,topların tüfeklerin patladığı bir cephede geçmediği için savaş ortamının yıkıcılığını yaşamıyorsunuz.Ama savaşın sivil halk üzerinde ne gibi etkileri olduğuna tanıklık edebiliyorsunuz.
Kitabı okurken ana kahraman (Edouard Kiefer) yerine zihnimde Jean Reno'yu yerleştirdim.Leon'da gördüğümüz deri ceketi,kasketi ve yuvarlak camlı gözlüğüyle değil de takım elbisesi,beyaz gömleği ve kravatıyla bence anlatılan ortama çok uygundu.En az Leon'daki kadar sessiz ve içine kapanık...Öyle ki bu yalnız adam "Tek olmak bir hapishane,hatta bir sınır değil,tam tersine,bir başarıdır." diyordu yalnızlığı ile övünerek.
Savaşla ilgili pek çok şey söylenmiş veya yazılmış olabilir.Ama ben savaş hakkında veya savaş karşıtı daha iyisini okumadım:
" Savaş,bana savaştan bahsetmeyin,savaşta en ufak bir soyluluk göremiyorum,vatansever kasaplık temiz ve onurlu da değil,belki gazetelerin redaksiyon bölümlerinin dışında...Savaştan,gerçek savaştan kurtarılacak bir şey yok...Savaşta insanın kendini öldürteceği güzel bir şekil de yok...Asker olarak gittim,mağara adamı olarak döndüm...Savaş hayatlarımızı sonsuza dek damgaladı..."
Kaldı ki II. Dünya Savaşı bir savaş olmaktan çok bir soykırım,bir -ki hangi savaş değildir ki?- insanlık ayıbıydı.Yazar bu durumu da şöyle anlattı:"Şimdi artık çocuklar bile... Çocuklarla da savaşan bir rejimi nasıl adlandıracaktık?" Eğer ellerinde silah birbirlerine doğru çıldırmış gibi koşan adamlardan söz ediyorsak bunda anlaşılabilir bir taraf vardır,saçmadır,çirkin ve anlamsızdır ama kabul edilebilir,aklı başında insanlar inandıkları bir şey uğruna ölmektedir.Eğer aklı başında olmadıkları için ne uğruna can verdiklerini dahi bilmeden ölüyorlarsa dünya için kayıp sayılmazlar.Ama belirli bir grup insanın belirli özellikleri sebebiyle toplanıp gaz odalarında katledilmesi,küçücük çocukların öldürülmesi,insanların işkence görmesi kabul edilebilir veya anlaşılabilir olamaz.Buna savaş denmez.Vahşet denir,katliam denir belki ama savaş böyle olmaz.
Belki de bunun içindir savaş şiirlerinden etkilenmem.İnsan hayatından önemli ne olabilir ki? İnsanlar anlayışla yaşar,sevgiyle ve hoş görüyle yaşar.Parayla veya toprak parçasıyla değil.Sarı saçlar veya mavi gözler önemli değil,artık değil.İnsan kendi emeği dışında,doğuştan sahip olduğu neyi üstünlük olarak görebilir ki? Siyah bir deri veya mavi gözler -hayatta kalmayı kolaylaştıran adaptasyonlardan başka bir şey değildir,değildi.
Zor koşulların insana ana konu dışında pek çok şey öğretmesi gibi,zor koşulları anlatan kitaplar da bunu yapıyor.Kitabın bir bölümünde,sürgünden yurda dönen bir "kurban" ile onu muayene etmesi gereken doktor arasında bir konuşma geçiyor.Sürgünün doktora söyledikleri bu gün,bu koşullarda bile çoğu kez insanların yüzüne haykırmak istediğim şeyler,bazı konular hiçbir zaman değişmiyor:
"Doktor,eğer bu işi yapmaktan hoşlanmıyorsanız,yapmayın.Ama eğer yapacaksanız,o zaman iyi yapın.Bana hiç hastalığa yakalanıp yakalanmadığımı sordunuz,demek hiçbir şey görmediniz,hiçbir şey duymadınız.Öteki arkadaşlarımın her biri gibi,ben tek başıma bir hastalık kataloğu gibiyim.Üstelik adını bile duymadığınız hastalıklarım var.Ve siz beni baştan savdınız.Ellerimi görüyor musunuz?İşte bu koca zanaatkâr elleriyle kampta masalar,iskemleler yaptım,Naziler öyle emrettiği için.Yaptıklarımda en ufak bir kusur yoktu.Güzel işti.Çünkü eğer kabul edilmişse,işi iyi yapmak gerekir.Oradaki gibi,burada da.Anladınız mı,doktor? Pekâlâ,muayeneyi yeni baştan yapıyor muyuz,yoksa başkasına mı görüneyim?"
Ve son olarak,hiçbir zaman anlamadığım,anlayamayacağım duruma değiniyor kitap,umursamazlık.Bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetini hiç kabullenemedim,kabullenmek de istemiyorum.Sayfalarca yazsam anlatamayacağım şeyler birkaç dizeyle anlatılıyor:
"Komünistleri almaya geldiklerinde,
Hiçbir şey demedim,komünist değildim.
Sendikacıları almaya geldiklerinde,
Hiçbir şey demedim,sendikacı değildim.
Yahudileri almaya geldiklerinde,
Hiçbir şey demedim,Katolik değildim.
Beni almaya geldiklerinde,
Herhangi bir şey söyleyecek kimse kalmamıştı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder