O zamanlar, biz insanların aşırı mükellef sinir sistemimizden başka, hemen her yerde görmekte ya da işitmekte olduğumuz şeytanlıklara kaynak gösterilebilecek ne vardı?
Bu soruya benim yanıtım: Başka kaynak yoktu. O müthiş koca beyinleri saymazsak, burası çok masum bir gezegendi.
Bu soruya benim yanıtım: Başka kaynak yoktu. O müthiş koca beyinleri saymazsak, burası çok masum bir gezegendi.
Ben Galapagos üzerine yazmayı bir süredir düşünüyorum ama nedense, bir sebepten bir türlü yazamadım. Aslında buna Mert'i bahane edeyim dedim, zira kitabı ona verdim. O da okusun, konuştuklarımızı özetleyeyim diye düşündüm ama sonra kendime dedim ki, amaan boşver, onu da yazarsın.
Kurt Vonnegut ile 2010 senesinde tanıştım muhtemelen, veya 2011'in ilk yarısında. Annemle kitapçıya gitmiştik ve ben bir türlü kitap seçemiyordum. Böylece raflardan birini gözüme kestirdim, önünde durdum, gözlerimi kapattım ve bir kitap seçtim. İşte o kitap Mavi Sakal'dı. Mavi Sakal'dan çok etkilendim. O zaman kendime dedim ki "Muhakkak okumalısın bu adamın diğer kitaplarını da." Fakat bir türlü elim gitmedi herhangi bir kitabına, geçen yaza dek satın almadım. Geçtiğimiz yaz "Artık yiteer!" diyerek Galapagos'u aldım Dost'tan. Sevdiğim yazarların kaderi, okunacakları günü beklemek, ilginç bir şekilde. Galapagos da tüm yaz bekledi durdu, en sonunda Ankara'ya geri geldi ve nihayet okundu.
Galapagos'u çok sevdim ve okurken mütemadiyen Broken Crown dinledim. Kitabı nasıl tanımlamak doğru olur? Bilim-kurgu mu demeliyim? Eleştiri mi? Distopya diye mi tanımlamak gerek yoksa ütopya diye mi? Kitabı sınıflamak ve tanımlamak konusunda başarılı olamadığım açık, bildiğim çok güzel bir roman olduğu.
Kurt Vonnegut, Galapagos'u 1985'de yazmış. (Mavi Sakal'ı ise 1987'de) (Hayıflanmadan edemiyorum, keşke bir kronolojik sıra izleseydim diye.) Anlattığı şeyse, bu gezegendeki, bu zavallı mavi gezegendeki pek çok felakete ve yıkıma, insanoğlunun sahip olduğu o gereğinden büyük beyinlerin neden olduğu.
Vonnegut II.Dünya Savaşı'na katılmış, adamın en büyük pişmanlığı da bir savaşta yer almış olmak sanırım. Mavi Sakal'da da, Galapagos'da da savaş söz konusu olduğundaki hoşnutsuzluğunu görebiliyoruz. Benim fark ettiğim kadarı ile, iki kitapta da savaşa katılmış ve savaşa katılmış olmaktan pişmanlık duyan, savaş sebebiyle (ruhen) sakatlanmış karakterler var.
Galapagos'da ise bir üçüncü dünya savaşının bahsi var. Öyküyü bir hayalet anlatıyor, Leon Trout'un ruhu. Karakterler çok ilginç. Emekli bir biyoloji öğretmeni, bir dolandırıcı, iki Japon, bir işadamı, kör bir kız ve onun köpeği ve yanılmıyorsam altı tane de yerli kızcağız var. Bu insanlar (yerliler dışında tabii) şu pek tartışılan Türlerin Kökeni'ni yazan Darwin'i de konuk eden Galapagos adalarına gitmek için yola çıkıyorlar. Ancak o dönemde dünya karmakarışık. Ülkeler savaş halindeler, kimilerinin ekonomisi çöküyor. Anlayacağınız dünya fokurduyor. Bu yolculuk gerçekleşemeden bir savaş patlak veriyor. Her yer yağmalanıyor, her yer her yerde. Bahsettiğimiz karakterler ellerindeki tek şeyle, gemiyle yolculuğa çıkıyorlar, biraz da zorunlu olarak.
Onlar denizde çalkalanırken biz de hayaletimizden öğreniyoruz ki insanlar dünyayı ve kendilerini yok etmenin eşiğindeler. Aslında öğreniyoruz ki, insanların nesli tükenmenin eşiğinde, kalanlar sadece bu geminin yolcuları. Tabii bu insanların kimileri erkenden ölüveriyor, kimileri hikâyenin sonuna dek bizimle kalıyor. Bu insanlar yeni bir türün mimarları oluyorlar, insanlığın ikinci Adem ve Havva'ları.
Evrimde bir geriye dönüş söz konusu kitapta. Sanırım biraz da grçekdışı bir şekilde. Gerçi Kurt Vonnegut biyokimyacı ve antropologmuş, o benden iyisini biliyordur herhalde. Bu evrim kısmını çok kurcalamıyorum. İnsanlar suda yaşamaya başlıyorlar, eller indirgeniyor, bir nevi yüzgeçlere dönüşüyor, beyin hacmi küçülüyor. Daha basit ve daha... basit bir hayat, başka bir tanım bulamadım.
Her bir karakterin hikâyesi var ama bunlara ayrı ayrı pek fazla değinilmiyor çünkü bizi asıl ilgilendiren birlikte oldukları kısım. Bizi asıl ilgilendiren onların birliktelikleri çünkü, gemi yolculukları ve sonrası.
Mert'in Leon'u seveceğine inanıyorum, onun da babasıyla sorunları var. Bu yüzden zaten, o mavi ışığa gitmemekte diretip, insanları inceleyip duruyor, milyonlarca yıl boyunca. O büyük beyinler küçülene dek ve insan da bir balık gibi, veya çekirge gibi, doğa içerisinde beklenenin üstünde bir rol üstlenmeden var olmaya başlayana dek. Leon'u ben de sevdim, belki de hayalet olması sebebiyle.
Kurt Vonnegut'un dili alaycı. Çok alaycı bu nedenle de çok eğlenceli. Anlatılanlar kasvetli şeyler olsa da, içim sıkılsa da zaman zaman, yine de eğlenceli. Vonnegut için hümanist ve satirist diyorlar. Satirist de nedir diye internete bakınırken, ekşi sözlükte şöyle bir entry gördüm "kendisi de bir satirist olan james thurber tarafından ''espritüeller başkalarıyla dalga geçerler, mizahçılar kendileriyle dalga geçerler ve satiristler dünyayla dalga geçerler.'' şeklinde tanımlanmıştır."
Eğer kara mizah bu değilse nedir bilmiyorum ve ben bunu cidden çok eğlenceli buldum. Nicedir elimden düşüremeden kitap okumanın keyfini tadamıyordum. Kitabı elime aldıktan bitirene kadar geçen süre beş gün ama aslında ben kitabı iki günde bitirdim, doğrusu bu.
Yazarın tüm kitaplarını okumayı düşünüyorum. Ama dediğim gibi, bunu yaparken kronolojik bir sıra izlemeyi umuyorum.
10/10
Kurt Vonnegut, Galapagos'u 1985'de yazmış. (Mavi Sakal'ı ise 1987'de) (Hayıflanmadan edemiyorum, keşke bir kronolojik sıra izleseydim diye.) Anlattığı şeyse, bu gezegendeki, bu zavallı mavi gezegendeki pek çok felakete ve yıkıma, insanoğlunun sahip olduğu o gereğinden büyük beyinlerin neden olduğu.
Vonnegut II.Dünya Savaşı'na katılmış, adamın en büyük pişmanlığı da bir savaşta yer almış olmak sanırım. Mavi Sakal'da da, Galapagos'da da savaş söz konusu olduğundaki hoşnutsuzluğunu görebiliyoruz. Benim fark ettiğim kadarı ile, iki kitapta da savaşa katılmış ve savaşa katılmış olmaktan pişmanlık duyan, savaş sebebiyle (ruhen) sakatlanmış karakterler var.
Galapagos'da ise bir üçüncü dünya savaşının bahsi var. Öyküyü bir hayalet anlatıyor, Leon Trout'un ruhu. Karakterler çok ilginç. Emekli bir biyoloji öğretmeni, bir dolandırıcı, iki Japon, bir işadamı, kör bir kız ve onun köpeği ve yanılmıyorsam altı tane de yerli kızcağız var. Bu insanlar (yerliler dışında tabii) şu pek tartışılan Türlerin Kökeni'ni yazan Darwin'i de konuk eden Galapagos adalarına gitmek için yola çıkıyorlar. Ancak o dönemde dünya karmakarışık. Ülkeler savaş halindeler, kimilerinin ekonomisi çöküyor. Anlayacağınız dünya fokurduyor. Bu yolculuk gerçekleşemeden bir savaş patlak veriyor. Her yer yağmalanıyor, her yer her yerde. Bahsettiğimiz karakterler ellerindeki tek şeyle, gemiyle yolculuğa çıkıyorlar, biraz da zorunlu olarak.
Onlar denizde çalkalanırken biz de hayaletimizden öğreniyoruz ki insanlar dünyayı ve kendilerini yok etmenin eşiğindeler. Aslında öğreniyoruz ki, insanların nesli tükenmenin eşiğinde, kalanlar sadece bu geminin yolcuları. Tabii bu insanların kimileri erkenden ölüveriyor, kimileri hikâyenin sonuna dek bizimle kalıyor. Bu insanlar yeni bir türün mimarları oluyorlar, insanlığın ikinci Adem ve Havva'ları.
Evrimde bir geriye dönüş söz konusu kitapta. Sanırım biraz da grçekdışı bir şekilde. Gerçi Kurt Vonnegut biyokimyacı ve antropologmuş, o benden iyisini biliyordur herhalde. Bu evrim kısmını çok kurcalamıyorum. İnsanlar suda yaşamaya başlıyorlar, eller indirgeniyor, bir nevi yüzgeçlere dönüşüyor, beyin hacmi küçülüyor. Daha basit ve daha... basit bir hayat, başka bir tanım bulamadım.
Her bir karakterin hikâyesi var ama bunlara ayrı ayrı pek fazla değinilmiyor çünkü bizi asıl ilgilendiren birlikte oldukları kısım. Bizi asıl ilgilendiren onların birliktelikleri çünkü, gemi yolculukları ve sonrası.
Mert'in Leon'u seveceğine inanıyorum, onun da babasıyla sorunları var. Bu yüzden zaten, o mavi ışığa gitmemekte diretip, insanları inceleyip duruyor, milyonlarca yıl boyunca. O büyük beyinler küçülene dek ve insan da bir balık gibi, veya çekirge gibi, doğa içerisinde beklenenin üstünde bir rol üstlenmeden var olmaya başlayana dek. Leon'u ben de sevdim, belki de hayalet olması sebebiyle.
Kurt Vonnegut'un dili alaycı. Çok alaycı bu nedenle de çok eğlenceli. Anlatılanlar kasvetli şeyler olsa da, içim sıkılsa da zaman zaman, yine de eğlenceli. Vonnegut için hümanist ve satirist diyorlar. Satirist de nedir diye internete bakınırken, ekşi sözlükte şöyle bir entry gördüm "kendisi de bir satirist olan james thurber tarafından ''espritüeller başkalarıyla dalga geçerler, mizahçılar kendileriyle dalga geçerler ve satiristler dünyayla dalga geçerler.'' şeklinde tanımlanmıştır."
Eğer kara mizah bu değilse nedir bilmiyorum ve ben bunu cidden çok eğlenceli buldum. Nicedir elimden düşüremeden kitap okumanın keyfini tadamıyordum. Kitabı elime aldıktan bitirene kadar geçen süre beş gün ama aslında ben kitabı iki günde bitirdim, doğrusu bu.
Yazarın tüm kitaplarını okumayı düşünüyorum. Ama dediğim gibi, bunu yaparken kronolojik bir sıra izlemeyi umuyorum.
10/10