Pazartesi, Ekim 03, 2016

Ölüm Diken Üstünde ~ Agatha Christie

Yüzyıllar sonra şurada bir kitaptan bahsedebileceğim için çok mutluyum... Geçenlerde Merve ve Aslı'yla buluştuk, Aslı ilkokul arkadaşlarımdan biri. Çocukken, buhranlarıma katlanamayıp "çok sıkıcısın, artık seninle görüşmek istemiyorum" diyerek en yakın arkadaşlığımdan istifa etmişti. Ben de bu kararını saygıyla karşılamıştım. Sonra çok yalnız, çok sancılı bir dönem geçirdi sanıyorum, ama ne yazık ki yanında olamadım, izin verdiği bir şey değildi. Aslı yıllar sonra beni nereden hatırlamışsa hatırlamış, facebooktan bulmuş ve özür dilediğini belirten bir mesaj atmış. Yani, işte tabii ki kırılmıştım o zamanlar ama hepimiz çocuktuk, ne söyleyebilirim. Bir de çocukluk kinlerini falan biriktirmeye kalksam kalbim kapkara olup kalacak, yetişkinlerle ilgili öfkeler, bir şeyler, kaos yeterince yıpratıyor zaten... Onunla o zamandan sonra ilk kez görüştük. O gün aldım bu kitabı, deli gibi kafa dağıtmalık bir şeyler arıyordum ve en güvenli limana demir attım... Demir atmak için çok uygun bir zamanı seçmişim zira bildiğiniz gibi hemen artından fırtına çıktı. Kitap da hem biraz günü kurtardı, hem biraz gümbürtüye gitti...

Kitaba geçmeden önce galiba biraz o günden bahsedeceğim. Merve, her zamanki Merve, bildiğimiz Merve. Aslı nasıldı derseniz, bilmiyorum, kafam allak bullak oldu galiba onu görünce. Yok tabii ki terkedilmişliğin allak bullaklığı değil kjdgjkgjfd. O zamanlar cidden büyük bir meseleydi ama unutmuşum gitmiş, gördüğüm şey beni şok etti.

Aslı çok tuhaf ilgi alanları olan bir çocuktu. Yani 12 yaşından beri falan tanıyorum onu galiba ve tanıdığımda politikayla, tarihle, edebiyatla ve formula 1 yarışlarıyla ilgileniyordu ve korkunçlu kitaplar okumayı çok seviyordu. Her zaman sessiz sakin bir kız olagelmişti ama ben hep, "büyüdüğümüzde", Aslı'nın içinden bir yaratık çıkacağını düşünüyordum... Öyle bir yaratık ki, üzerindeki ölü toprağını atabilirse dünyayı da sikip atar... Galiba Aslı üzerindeki ölü toprağını atamamış. Tezer Özlü söylemişti onu, aile bağlarından kurtulmak gerek yoksa istemeden de olsa üzerine toprak atıp duruyorlar. Eskisinden daha sakin, daha sessiz ve daha ezik bir Aslı buldum ve bu üzdü. Ezik derken bed görllerin ezik bulacağı tarzda bir eziklikten asla bahsetmiyorum bu arada... Beş çocuğunu birden üniversitede okutmaya çalışan memur ezikliğinden bahsediyorum... Yazık...

Kitaba gelirsek, dediğim gibi, zaten okuyamıyorum diye sarılmıştım Agatha Christie'ye, bir de yakılan gemiler, köpüren dalgalar falan hiçbir şey anlamadım okuduğumdan. Söyleyebileceklerimi söyleyip beş yüz sene sonra tekrar okumayı umarak rafa kaldıracağım kitabı. Ne olursa olsun edebiyat olmasa fırtınayı atlatmak daha zor olurdu, bir de sikik sokuk resimlerim... Müzik asla yardımcı olmuyor, müziğe saplanmak = bataklığa saplanmak...

Öncelikle şunu söyleyeyim, iki Agatha romanı aldım, biri Miss Marple kitabı, biri Hercule Poirot kitabı. 12 yaşımdan beri hangisini daha çok sevdiğimi sorguluyorum, hâlâ karar verebilmiş değilim. Bu Hercule Poirot olan...

Bücür dedektifimiz bir uçak seyahatindedir ve işe bakın ki uçaktaki yolculardan biri şüpheli bir şekilde ölü bulunur. Çirkin, şişman ve yaşlı hanımın önce kalp krizinden öldüğü düşünülse de  Poirot boynuna saplanmış bir iğne fark eder, iğne analiz edilir ve yılan zehrine bulanmış olduğu bulunur. İğnenin fırlatıldığı borucuk da dedektifin koltuğunun altına itelenmiştir. Hem itibarını kurtarmak için yanıp tutuştuğundan hem de itibarı söz konusu olmasa bile böyle ilginç bir davayı kaçırmak istemeyeceğinden bu işin peşine düşer Poirot. Dolayısıyla uçakta bulunan tüm yolcular artık şüphelidir. Söylememe gerek var mı bilmiyorum, katil her zamanki gibi en ipe sapa gelmez adam çıkıyor.

Kitabı okuduğum öteki kitaplarla kıyaslayamıyorum, kurgusunu eleştiremiyorum. Zayıf bir noktası var mıydı yok muydu kestiremiyorum, dediğim gibi hiç ama hiç kafamı veremedim. Yarı uyur vaziyette film izlemek gibiydi benim için kitabı okumak. Keyif aldım mı, almadım. Ne okumuş olursam olayım almayacaktım, çok fazla konuşma baloncuğu vardı kafamda, pinpon topu sekiyordu. O yüzden önerip önermeyeceğimi de bilemiyorum... Yalan oldu kitap, yazık oldu... Yine de buraya altını çizdiğim birkaç cümleyi iliştireceğim...

Sonra Don Kişot'a başlayacağım galiba, o da yalan olacak gibi hissedersem tekrar Agatha'ya döneceğim... Çünkü o yalan olmamalı, çocukluğumdan bu yana beni takip edip duran bu yel değirmenleri metaforunu bir çözeyim de rahatlayayım...

Yemekler midede hafif durmalı. İnsanın kafasını felce uğratacak kadar ağır olmamalı. (sf.49)

Bilgi, garanti demektir, Elise. Bilgi kuvvettir. (sf.75)

Temiz şöhret dolandırıcının en büyük yardımcısıdır. (sf.86)

Hayatın acı tarafların biri de budur. Kadınların yaşlanması. (sf.105)

<<Söyleyin bakalım: sizce bir cinayeti çözmeye çalışırken üzerinde en önemle durulması gereken şey nedir?>>
Janet <<Katilin bulunması,>> diye cevap verdi.
Norman Gale atıldır. <<Adalet>>
Poirot başını sallayarak, <<Katili bulmaktan daha önemli şeyler de vardır. 'Adalet' güzel bir anlam ifade etse de bazen insan bununla neyi kastettiğini pek bilemez. Bence en önemli şey suçsuzları temize çıkarmaktır.>> (sf.114)

İnsan bir konuyu dikkatle incelerse bütün güçlükler ortadan kalkar. (sf.123)

Hiçbir şey karmakarışık olamaz. Evet, önce insana işin içinden çıkamayacakmış gibi gelir. Ne var ki, asıl karmaşa bir kimsenin kafasındadır. (sf.143)

<<İnsanın cesaretli olması gerek.>>
<<Kendini öldürmek için mi?>>
Poirot, <<Yaşayabilmek için de,>> diye yanıtladı. (sf.161)

174 sayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder