Cumartesi, Mayıs 17, 2014

Benlik Üzerine



Çok ilginç bir ilişkim var Oruç Aruoba'nın kitapları ile.
Hayatımın en kritik anlarında karşıma çıkıyorlar, tam da temas etmeleri gereken noktaya temas ediyorlar konu itibariyle.

Geçen sene, bu hikâyeyi daha önce de anlatmıştım gerçi -_- , kitapçıya gittiğimde size daha önce de bahsettiğim kocaman kalpli adamın söyledikleri gelmişti aklıma.
"Oruç Aruoba'nın kitaplarına bak" demişti. "Sana faydası olur."
Böylece kitapların yan yana dizili olduğu rafa yaklaştım vee- bir tanesini çekip aldım.
Sayfalarını karıştırmaya başladım.
Kitapta tavşan beslemekten, tavşan besleyenlerden bahsediyordu.
Daha sonra kendisine de söylediğim gibi, o sıralar biriyle birlikteydim ve o gün, o kitapçıda tavşan beslemekte olduğumu anladım.
Tavşan beslemeye uygun biri olmadığımı da anladım.
Dehşete düştüm çünkü doğru olanı yapmak, bu kavrayışla birlikte birlikteliği sonlandırmak bana zor geldi.
Kitabı bir daha asla açmamak üzere kapattım ve yerine koydum.
Sonra da kalbim kırıldı.

Bu kez...
Bu kez Burcu'yla Arkadaş'taydık her zamanki gibi. 
Tekerlekli minderlerden birine oturmuş raflar arasında gezelerken yine gözüme çarptı Oruç Aruoba'nın kitapları.
Bu kez Benlik'i çekip aldım, ve okumaya başladım.
Bir alıntıyla başlıyordu kitap ve şöyle bir şeydi o alıntı da:
"En iyisi de, o müzede, herşeyin her zaman tam olduğu yerde durmasıydı. Kimse yerinden kıpırdamazdı. Oraya yüzbin kez gidebilirdin, ve o Eskimo hâlâ o iki balığı tam o anda yakalamayı bitirmiş olurdu, o kuşlar hâlâ güneye doğru yolda olurlardı, o geyikler, güzel çatallı boynuzlarıyla ve güzel, sıska bacaklarıyla, hâlâ o delikten su içiyor olurlardı, ve o çıplak göğüslü kızılderili kadın hâlâ aynı battaniyeyi dokuyor olurdu. Kimse farklı olmazdı. Tek farklı olan şey sen olurdun. Şu kadar büyümüşsün falan diye değil. Ondan değil, tam olarak. İşte, öyle, farklı olursun, o kadar. Bu sefer üstünde palto olur. Ya da, bir önceki sefer sırada eşleştiğin çocuk kızıl çıkarmıştır ve yeni bir eşin vardır. Ya da sınıfı Bayan Aigletinger'in yerine geçen bir başkası götürmektedir. Ya da annen ile babanın banyoda tutuştukları müthiş bir kavgayı işitmişsindir. Ya da biraz önceki sokakta şu içlerinden benzinden gökkuşakları olan birikintilerden birinin yanından geçmişsindir. Demek istiyorum ki bir biçimde farklı olurdun - ne demek istediğimi açıklayamam. Açıklayabilseydim bile, bunu yapmak içimden gelir mi, pek emin değilim."

Bu J.D. Salinger'in Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabından bir alıntı. Kitabı baştan sona dek okuduğuma göre, bu cümleleri de okumuş olmalıyım ama, neden bilmiyorum, hiç o günkü kadar etkilenmedim.
O gün, o kitapçının önünde nefesim kesildi, gözlerim doldu.
Neredeyse ağlayacaktım.
Ama ağlamadım çünkü bunu Burcu'ya açıklayamayacağımı düşündüm.
Belki de açıklayabilirdim, bilmiyorum.

Geçmişte yaptığım hatayı bu kez yapmadım.
Yani kitabı kapatıp yerine yerleştirmektense aldım ve okudum.
Size okuduklarımı anlatmayacağım.
Zaten anlayıp anlamadığımı da bilmiyorum.

Bir ara "Bu kadar da olamaz ulan!" diye düşündüğümü ve bu esnada ağlamakta olduğumu fark ettiğimi hatırlıyorum.

"İçimde bir yengeç var."

Tüm söyleyeceklerim bundan ibaret.
Okudum ve demlenmeye bıraktım.
Böyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder